İnsan Genomu Projesi Hakkında Darwınist Materyalist Yanılgılar
Genom
bir hücrenin ya da bir canlının sahip olduğu genetik bilgilerin bütününe
verilen isimdir. İnsan vücudundaki yaklaşık 100 trilyon hücrenin her birinde,
eksiksiz yer alan DNA molekülündeki genetik bilginin analizini yapmak için,
yaklaşık 20 laboratuvarda, yüzlerce bilim adamı, 10 yıldan fazla çalışmışlardır.
"İnsan Genomu Projesi" adı verilen ve 16 kurumdan oluşan uluslararası
bir heyet yönetiminde yürütülen projenin amacı, insan hücresindeki genetik
bilgilerin tümünü tanımlamak ve DNA'nın genetik dilde yazılmış tüm metnini
okumaktı. Bu uluslararası projenin parçası olarak biyologlar, kimyagerler,
mühendisler, bilgisayar bilimcileri, matematikçiler ve daha pek çok dalda uzman
bilim adamı, insanın fiziksel özelliklerini belirleyen bir biyolojik harita
ortaya çıkarmak için çalıştılar. Tüm bu çabalara rağmen DNA dizilimini kaydetme
teknolojisi halen çok yavaştır ve tek
bir insan kromozomundaki DNA'nın dizilimini kaydetmek dahi, maliyeti çok yüksek
bir işlemdir. Öyle ki, İnsan Genomu Projesi için harcanan miktar, yaklaşık 2.7
milyar dolar tutmuştur.118 Bu miktar, insanın Ay'a
gidip gelmesi için harcanan paradan daha fazladır.
İnsan
DNA'sının diziliminin taslağı 2000 yılında tamamlanmıştır. Ancak projenin son
halini bulması, hataların düzeltilmesi ve boşlukların tamamlanması 2003 Nisanı'nda
mümkün olmuştur. 13 yıl boyunca sürdürülen İnsan Genomu Projesi'ni, Milli İnsan
Genomu Projesi Araştırma Enstitüsü, ABD Enerji Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı
koordine etmiştir. İnsan Genomu Projesi'nin amaçlarından bazıları şu şekilde
özetlenebilir:
* İnsan
genomunda bulunan yaklaşık 30.000 geni belirlemek ve insanın gen haritasını çıkarmak.
*
DNA'yı oluşturan yaklaşık 3 milyar baz çiftinin dizilimini belirlemek.
*
Elde edilen bilgiyi araştırmalar için kullanılmak üzere veri bankalarında
saklamak.
*
Elde edilen verinin analiz edilmesi için yöntem ve araç geliştirmek.
*
Genler ve işlevleri arasındaki bağlantıların bulunması.
*
Genlerin kromozomlarda nasıl bir bütün halinde çalıştıklarının tesbiti.
*
Genetik hastalıkların temeli ve sebeplerinin belirlenmesi.
Projede
kullanılan "gen haritası" tekniği, genlerin kromozomlar üzerinde
bulunduğu yerlerin gösterilmesidir. Böylece insan genomunun anatomisi ortaya çıkarılmaktadır.
Pek çok genin ve diğer genetik işaretleyicilerin, birbirlerine göre bir
kromozom boyunca diziliş sırasının haritalanmasıyla, tüm genom haritasını çıkarmak
mümkündür. Genetik haritalama, genomun matematiksel analizi olarak da bilinir
ve genlerin kromozomlar üzerindeki konumlarının bulunmasında bir dizi karmaşık
istatistiksel analizler kullanılır. Bu haritalama, asıl olarak insan vücudu
fonksiyonlarının bilinmesi için gereklidir. Böylece İnsan Genomu Projesi'nin en
önemli amaçlarından biri olan genetik hastalıkların temeli ve sebepleri
belirlenebilecektir. Bu projeden elde edilen verilerle, 4.000 kadar DNA kaynaklı
hastalığın tanınabileceği, böylece yakın gelecekte risk içeren genetik hastalıklara
yönelik özel ilaçlar üretilerek, gen tedavisinin mümkün olacağı tahmin
edilmektedir.
Genlerin
Büyüklükleri Komplekslik Ölçüsü Değildir
Genler bir kısım evrimcilerin iddia ettiği gibi bir komplekslik ölçüsü değildir. İnsanın 30.000 geni varken, pirinç bitkisinin 55.00 geni bulunması, bunun çok açık bir göstergesidir. |
İnsan
genomunun büyüklüğü kolaylıkla yanlış yorumlanabilmektedir. İnsanların sinekten
25 kat daha fazla DNA'ya sahip olmasının nedeni, insanların çok daha büyük ve
kompleks olması değildir. Çünkü genetik bilginin miktarının biyolojik açıdan
kompleks olmakla bir ilişkisi bulunmamaktadır. Örneğin tek hücreli Paramecium
caudatum 8,6 milyar nükleotide sahiptir. Bu insan genomunun iki katından
fazla bir sayıdır. Bilinen en geniş genetik bilgiye ise 670 milyar nükleotid
ile tek hücreli Amoeba dubia sahiptir.119
İnsan
Genomu Projesi'nde çalışan bilim adamları, genlerin fonksiyonlarının ve aralarındaki
ilişkilerin anlaşılması aşamasının daha başında olduklarını belirtmektedirler.
Çünkü ortaya çıkan sonuçlar hiç de tahmin edildiği gibi çıkmamıştır. Örneğin
bir farede veya buğdayda bile, insandan daha uzun DNA bulunmaktadır. Bu da,
DNA'nın uzun olması ile organizmanın kompleks olması arasında her zaman doğru
orantı olmadığını göstermektedir. Bu konuya biyofizikçi Dr. Lee Spetner şöyle
değinmektedir:
Bazı
organizmaların kromozomları, diğerlerinin kromozomlarındakinden daha fazla
DNA'ya sahiptir. Organ kompleksliğini ölçmek için, genomdaki DNA miktarının iyi
bir yöntem olduğunu düşünebilirsiniz, fakat bu tamamen doğru değildir. İnsanlar
bazı böceklerden 30 kat daha fazla DNA'ya sahip olmalarına rağmen, insanlardaki
DNA'nın iki katından daha fazlasına sahip olan böcekler vardır. DNA miktarı
kompleksliği ölçmek için güvenilir bir yol değildir.120
Diğer
taraftan insanın gen sayısı konusundaki önceki tespitlerin de hatalı olduğu
ortaya çıkmıştır. Çalışmanın başlangıcında bilim adamları insanda 50.000 ile
140.000 arasında gen bulunacağını tahmin etmelerine rağmen, yapılan son çalışmalarda
sadece 25.000 ile 30.000 civarında gen tespit edilmiştir. Bu durum, bilim
çevrelerini oldukça şaşırtmıştır. İnsan Genomu Projesini yöneten Francis S.
Collins bu durumu şöyle anlatmaktadır:
İnsanların
beklenenden daha az geni olduğu anlaşıldı. Burada genden söz ederken, belirli
bir proteini şifreleyen belirli bir DNA diziliminden söz ediyorum. Elbette
protein oluşturmayan RNA dizilimleri de vardır. Fakat bu tanıma göre, yalnız
çok şaşırtıcı biçimde 30.000 kadar insan geni olduğu anlaşıldı. Halbuki son on
beş yıldır, 100.000 genden söz ediyorduk ve ders kitaplarında da böyle yazıyordu.
Bu herkes için bir tür şok oldu. Hatta bazı kişiler bundan fazlasıyla etkilendi
ve sıkıntıya düştüler. Çünkü insandan önce daha basit canlıların genleri de sayılmıştı
ve örneğin bir tür solucanın 19.000, yabani otun 25.000 geni vardı ve biz yalnız
30.000 gene sahiptik. Daha da kötüsü, pirinç bitkisinin genetik şifresi çözüldüğünde,
55.000 geni bulunduğu anlaşıldı. Bu ne anlama geliyordu? İnsana ve pirinç
bitkisine bakan birisi, elbette insanın biyolojik olarak daha kompleks olduğunu
söyleyecektir. Bu konuda şüphe olduğunu sanmıyorum. Öyleyse tek dayanak gen sayısı
olmamalı. Öyleyse neler olup bitiyordu?121
Buradaki
sıkıntı şundan kaynaklanmaktadır. Darwinist bilim adamları iddialarını insanın
daha kompleks bir canlı olduğu, dolayısıyla gen sayılarının da daha fazla olduğu
mantığı üzerine kuruyorlardı. Maya hücresinde 6.000, meyve sineğinde 13.000,
bir tür solucanda 18.000, bir tür bitkide 26.000 gen bulunmasına karşılık,
insan hücresinde, çok daha kompleks olması nedeniyle, daha fazla sayıda gen
olması bekleniyordu. Ancak İnsan Genomu Projesi, dogmatik bir mantık olan
organizmanın kompleksleştikçe, DNA ve gen sayısının çoğalması beklentisini boşa
çıkarmıştır.
Ne
gen sayıları ne de DNA büyüklükleri, evrimcilerin öne sürdüğü gibi bir
"evrim zinciri" göstermemektedirler. Ancak evrimciler gerçekte kendi
aleyhlerinde olan bu son gelişmeyi, çarpıtmaya ve "evrim" delili gibi
göstermeye çalışmaktadırlar. Bazı basın kuruluşları ise, hem konu hakkındaki
yetersiz bilgileri hem de ön yargılı yaklaşımları nedeniyle, İnsan Genomu
Projesi'nin "evrime kanıt" sağladığını zannetmekte ya da öyle
göstermeye çalışmaktadırlar. Ancak projeden elde edilen bilimsel bulgular,
Darwinizm'e diğer bilim dallarında olduğu gibi genetik alanında da tüm kapıları
kapamıştır.
Evrimcilerin
Genetik Benzerlik Çarpıtması
İnsan
Genomu Projesi çerçevesinde insanlığın gen haritasının çıkarılmasıyla birlikte,
bu projenin sonuçları çarpıtılmakta ve bazı evrimci yayınlara malzeme olmaktadır.
Söz konusu haberlerde şempanzelerin genlerinin insan genleri ile yüzde 98
benzerlik gösterdiği iddia edilmekte ve bunun evrim teorisinin bir delili olduğu
ileri sürülmektedir. Gerçekte ise, bu iddiaların evrim iddialarına hiçbir katkısı
bulunmamaktadır, aksine bunlar çarpıtmaya dayalı sahte delillerdir.
Şempanze
ile insan genomları %98 benzer olsa bile, bundan "insan %98 şempanzedir"
sonucu çıkarmak mantıksızdır. Çünkü insan belli oranlarda genlerini başka
birçok canlıyla da paylaşır. Örneğin New Scientist dergisinde aktarılan
genetik analizlere göre, nematod solucanları ve insan DNA'larında %75'lik bir
benzerlik söz konusudur.122 Ancak bu durum insanın %75
solucan olduğunu göstermez ya da arada sadece %25'lik bir fark bulunduğu anlamına
gelmez. Bu çıkarımların mantıksızlığını, bazı evrimciler de görmekte ve dile
getirmektedirler. Örneğin Profesör Steven Jones, muz ve insan arasında %50
genetik benzerlik bulunduğunun gösterilmesinin, insanın %50 muz olduğu anlamına
gelmeyeceğini hatırlatmaktadır. Çünkü iki farklı canlıdaki genler aynı olsa
bile, bunların tamamen farklı şekilde çalışabildikleri bilinmektedir. Ayrıca
genlerin, bazen birden çok işlevle ilgili olması, bazen de bir işlevin birden
çok gen tarafından yönetilmesi, genler arasındaki matematiksel farklılığı çok
büyük oranda genişletmektedir.
Öte
yandan bazı proteinler üzerinde yapılan analizler de, insanı çok daha farklı
canlılara yakın gibi göstermektedir. Cambridge Üniversitesi'ndeki araştırmacıların
yaptığı bir çalışmada, kara canlılarının bazı proteinleri karşılaştırılmaktadır.
Hayret verici bir şekilde, yaklaşık bütün örneklerde insan ve tavuk,
birbirlerine en yakın akraba olarak eşleşmişlerdir. Bir sonraki en yakın akraba
ise timsahtır.123
Evrimcilerin
"insan ile maymun arasındaki genetik benzerlik" konusunda kullandıkları
bir diğer örnek ise, insanda 46, şempanze ve gorillerde ise 48 kromozom
bulunmasıdır. Evrimciler, kromozom sayılarının yakınlığını evrimsel bir ilişkinin
göstergesi sayarlar. Oysa eğer evrimcilerin kullandığı bu mantık doğru olsaydı,
insanın şempanze ile aynı yakınlıkta bir akrabası olması gerekirdi:
"Patates". Çünkü patatesin kromozom sayısı goril ve şempanzeninkiyle
aynıdır: 48. Diğer taraftan yabani tavşanın kromozom sayısı, insanınki ile aynıdır:
46.124 Bu örnekler, genetik benzerlik
kavramının evrim teorisine bir delil oluşturmadığını göstermektedir. Çünkü
genetik benzerlikler iddia edilen evrim şemalarına uymamakta, aksine bunlara
tamamen ters sonuçlar vermektedir.
Darwinist
medyanın bu konuda yaptığı şey, bilgileri seçici olarak kullanıp, bunların arasından
propaganda malzemesi oluşturmaktır. İnsan ile maymunun ortak bir atadan geldiğini
iddia ettikleri için, insan DNA'sı ile maymun DNA'sı arasındaki benzerliği ön
plana çıkarmaktadırlar. Halbuki evrimcilerin on yıllardır sürdürdükleri %98
benzerlik propagandasının geçersizliğini gösteren, yine evrimciler tarafından
yapılmış bilimsel araştırmalar da bulunmaktadır. Ancak bunlar, çarpıtmaya dayalı
benzerlik iddialarının aksine, kasıtlı olarak haber yapılmamaktadır ya da
bunlara küçük çaplı yer ayrılmaktadır.
Eğer evrimcilerin iddia ettiği gibi, kromozom sayıları sözde evrimsel ilişkilere bir delil olsaydı, insanın şempanze ile aynı yakınlıkta bir akrabası olması gerekirdi: “Patates”. Çünkü patatesin kromozom sayısı goril ve şempanzeninkiyle aynıdır: 48. |
CNN'in
web sayfasında 25 Eylül 2002 tarihinde yayınlanan "Humans, chimps more
different than thought" (İnsanlar, şempanzeler düşünüldüğünden daha farklı)"
başlıklı yazıda bu araştırmanın sonuçları şöyle haber verilmektedir:
Yapılan
yeni genetik araştırmaya göre, insanlar ve şempanzeler arasında bir zamanlar
inanıldığından çok daha fazla farklılık var. Biyologlar uzun bir süre şempanzelerin
ve insanların genlerinin %98.5 benzer olduğunu savundular. Ancak Kaliforniya
Teknoloji Enstitüsü'nden bir biyolog, bu hafta yayınlanan çalışmada, genleri
karşılaştırmak için kullanılan yeni bir yöntemin, insanlar ve maymunların arasındaki
genetik benzerliğin yalnızca %95 oranında olduğunu gösterdiğini açıkladı. Bu
araştırma, insan DNA zincirindeki 3 milyon baz çiftinden 780.000 tanesini şempanzelerinki
ile karşılaştıran bir bilgisayar programına dayanıyordu. Daha önceki araştırmacıların
bulduklarından daha fazla birbirine benzemeyen bölüm bulundu ve DNA bazlarının
en az %3.9 oranında farklı olduğu sonucuna varıldı. Bu durum onu, türler arasında
yaklaşık %5 oranında genetik bir farklılık olduğu sonucuna götürdü...125
İngiliz
bilim dergisi New Scientist de aynı konuyu 23 Eylül 2002 tarihli
internet haberinde "Human-Chimp DNA Difference Trebled" (İnsan-Şempanze
Genetik Farkı Üç Katına Çıktı) başlığıyla haber yapmıştır:
İnsan
ve şempanze DNA'ları arasında yapılan yeni karşılaştırmalara göre, eskiden düşünüldüğünden
daha benzersiziz. Uzun bir süre, en yakın akrabalarımız ile genetik yapımızın
98.5% benzeştiği görüşü savunuldu. Şimdi bunun yanlış olduğu ortaya çıkıyor.
Gerçekte, genetik yapımızın %95'den daha az kısmını paylaşıyoruz, şempanzeler
ile aramızdaki farklılık, düşünüldüğünden 3 kat daha fazla.126
Sonuç
olarak genom projesi, evrim teorisi lehinde hiçbir bulgu ortaya koymamaktadır.
Aksine, canlılar arasında DNA ve gen yapılarına dayanılarak, bir "evrimsel
hayat ağacı" oluşturulamayacağını ortaya koymuş ve Darwinizm'e büyük bir
darbe indirmiştir. Canlıların DNA şifreleri, 19. yüzyıldan beri, insanlara bir
gerçek gibi empoze edilen "hayat ağacı"nın bir hurafe olduğunu açıkça
göstermektedir.
Darwinizm'e
körü körüne bağlılık gösteren kesimlerin asıl amacı, halka bilimsel gelişmeleri
aktarmak değil, sadece Darwinizm'i yaygınlaştırabilmektir. Ancak Darwinizm
propagandasının tüm dayanakları, birbiri ardınca yaşanan bilimsel bulgularla
gün geçtikçe erimektedir. Bu durum karşısında, giderek artan sayıda insan,
evrim teorisinin ideolojik nedenlerle sürdürülen bir aldatmaca olduğunun farkına
varmakta, yaratılış gerçeği hızla yayılmaktadır. Kuran'da Allah şöyle
bildirmektedir:
Hakkı
batıl ile örtmeyin ve hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) siz (gerçeği) biliyorsunuz.
(Bakara Suresi, 42)
Hayır,
Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de
bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size. (Enbiya Suresi, 18)
Bilim
Adamları Hala Yetersiz Bilgiye Sahiptir
İnsan
genomunun en çarpıcı yönlerinden birisi, dünya çapında bilim adamlarının
onlarca senedir üzerinde çalışıyor olmasına rağmen, genetik yapı hakkındaki
bilgilerinin hala çok yetersiz oluşudur. İleri laboratuvar teknolojisi ve
bilgisayarla analiz yöntemleri sonucunda Celera şirketindeki bilim adamları
26.500 insan genini tespit etmiş ve 13.000 kadarının da yerleşimini tahmini
olarak belirlemişlerdir. İnsan Genomu Projesi ise farklı bir yöntem ile toplam
31.778 kadar insan geni olduğu tahmininde bulunmuştur. Bu iki yöntemin üzerinde
anlaştığı, insanların 30.000 ila 40.000 arasında gene sahip olduğudur. İnsan
genlerinin kompleks yapısı nedeniyle tam bir sayının verilmesi şu an için pek
mümkün değildir.
1. DNA sarmalı | 3. Bilinen Dizilim |
On yıllardır yapılan araştırmalara rağmen, bilim adamları DNA gibi bir sistemin nasıl ortaya çıktığını açıklayamamaktadırlar. Hiç kuşkusuz DNA, Yüce Rabbimiz'in hücrede tecelli eden ilminin örneklerindendir. |
İnsan
Genomu Projesi tahminlerine göre, DNA'nın protein üretimi ile ilgili talimatları
kodlayan kısımları, ellerindeki DNA diziliminin %5'inden daha azını meydana
getirmektedir. Genetik bilginin geriye kalan kısmı ise, genetik denetim
bölgelerinden, kromozomlarla ilgili önemli özelliklerden ve henüz ne olduğu
çözülemeyen DNA kısımlarından oluşmaktadır.127 Tüm bunlar insanın genetik
bilgisini tam olarak anlamadan önce, daha ne kadar çok araştırma yapılması gerektiğini
göstermektedir.
Bilim
adamları genetik mekanizmanın nasıl işlediğini ortaya koymaya çalışırken,
böylesine mükemmel bir sistemin nasıl ortaya çıktığını açıklayamamaktadırlar. Harper's
Magazine dergisinin Aralık 2000 sayısında "Genomdan Mesajlar" başlığı
altında Arthur Cody, genetik bilgi içerisindeki işlemlerin bir tür
"tetikleme" süreçleri olduğunu tarif ettikten sonra, şu soruları
sormaktadır:
Tetikleyiciyi
tetikleyen kimdir? Hiç kimse bilmiyor. Hiç kimsenin ortaya atacağı bir teori de
yok… 'Tetikleme' ilginç bir biyolojik olaydır, yapımın nasıl gerçekleştiğini açıklamıyor.
Homeotik geni (embriyo gelişimini düzenleyen gen) harekete geçiren nedir?
Gerçek ya da teorik hiçbir cevap bulunamıyor… Hiç kimse cevabı bilmiyorken,
cevabı nasıl aramaları gerektiği hakkında fikre de sahip değiller… Bu süreç ile
ilgili herşey tam anlamıyla anlaşılmaz.128
Burada
yazarın sorduğu soruların elbette ki cevabı vardır: Tüm bunlar Yüce Allah'ın
ilhamı ile gerçekleşmekte, milyarlarca atom Rabbimiz'in dilemesiyle canlılığın
tüm fonksiyonlarını oluşturacak şekilde biraraya gelmektedir. Nitekim İnsan
Genomu Projesi'nin sonuçlanmasıyla da, Allah'ın canlıları ne denli üstün bir
yaratılışla var ettiğini ortaya koyan "genetik bilgi"nin detayları,
insanlığın gözleri önüne serilmiştir. Bugün bu projenin sonuçlarını inceleyen,
tek bir insan hücresinde binlerce ansiklopedi sayfasını dolduracak kadar bilgi
saklandığını öğrenen her insan, bunun ne kadar büyük bir yaratılış delili olduğunu
kavramaktadır. Bu gerçeği dile getirenlerden biri, İnsan Genomu Projesi'nin
lideri ve Ulusal İnsan Genomu Projesi Araştırma Enstitüsü direktörü olan
fizikçi, genetikçi profesör Francis S. Collins'tir. Prof. Collins'e 2005 yılında
insan genetiği araştırmalarına ömür boyu katkılarından dolayı, İnsan Genetiği
Amerikan Topluluğu'nun en saygın ödülü kabul edilen "Allan ödülü"
verilmiştir. Prof. Collins, bir konuşmasında yaptığı çalışmaların, Allah'a olan
inancını güçlendirdiğini şöyle ifade etmiştir:
İnsan
Genomu Projesi'nin direktörü olarak benim görüşüm, bilimsel ve dini dünya görüşlerinin
kesinlikle birbiriyle uyumlu oldukları hatta özünde birbirlerini tamamladıkları
yönündedir... İnsan genomunun zerafeti ve kompleks yapısı hayranlık uyandıran
bir şaheserdir. Bu şaheser Allah'ın tüm bu zaman boyunca bildiği, fakat
bizim ancak yeni keşfetmeye başladığımız insanlığın çeşitli özelliklerini
ortaya koyarken, benim sadece dini inancımı güçlendiriyor.129
Dürüstçe
yaklaşan her bilim adamı, yukarıdaki ifadelerde de görüldüğü gibi din ve
bilimin uyum içinde olduğunu, evrenin Allah'ın delilleri ile dolu olduğunu
kabul edecektir. Ancak Darwinist-materyalist medyanın samimi olmayan yaklaşımı,
yayınlarındaki seçicilikte de kendini göstermektedir. İnsan Genomu Projesinin
yöneticisi olarak, bu konuda asıl söz sahibi olan bir bilim adamının, DNA'da
tecelli eden üstün düzenden duyduğu hayranlık ve tek bir molekülün imanının
güçlenmesine nasıl vesile olduğu ile ilgili sözleri, basında yer almamaktadır.
Ancak Allah'ın yarattığı düzendeki mükemmellik, hiçbir aksi çabayla gizlenemeyecek
kadar açıktır. Allah Kuran'da iman edenlerin yaklaşımını şöyle bildirmektedir:
Kendilerine
ilim verilenler ise, Rabbinden sana indirilenin hakkın ta kendisi olduğunu ve
üstün, güçlü, övülmeye layık olan (Allah)ın yoluna yöneltip- ilettiğini görüyorlar.
(Sebe Suresi, 6)
Andolsun,
onlarda sizlere, Allah'ı ve ahiret gününü umud
edenlere güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirecek olursa,
artık şüphesiz Allah, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan), Hamid (övülmeye layık
olan)dır. (Mümtehine Suresi, 6)
İnsan Genomu Projesinin Yöneticisi, Allah'a Nasıl İman Ettiğini
Anlatıyor |
İnsan Genomu Projesinin başındaki en yetkili kişi olan, ünlü bilim
adamı Francis Collins, 27 yaşına dek bir ateist olarak yaşamış. Bazı
hastalarının Allah'a imanları sayesinde büyük manevi güç kazandıklarını gören
Collins, Allah'ın varlığına kanaat getirmeye başlamış. Genç bir doktorken,
durumu kritik olan hastalarına imanın verdiği güçten nasıl etkilendiğini
şöyle anlatmaktadır: “Neredeyse kurtulmaları mümkün olmayan, çok kötü hastalıklara
yakalanmışlardı ve Allah'a karşı yakınmak yerine, inançlarına bağlı kalmak,
onlar için büyük bir rahatlık ve güvence kaynağı idi... Bu durum oldukça enteresandır,
şaşırtıcıdır ve insanı tereddüte düşürmektedir.”1 İlerleyen
yıllarda DNA'daki “muazzam bilgi”yi gören Collins, kesin olarak ikna olmuş ve
neden Allah'ın varlığına inandığını The Language of God (Allah'ın
Lisanı) adlı bir kitapta açıklamıştır. Kitabında Yaratıcı'nın var olduğuna
dair mantıklı bir temelin olduğunu ve bilimsel keşiflerin insanı “Allah'a
yaklaştırmakta” olduğunu anlatıyor. The
Sunday Times gazetesinin 11 Haziran 2006 tarihli sayısında, “I've Found God,
Says Man Who Cracked the Genome” (Genomun şifresini Çözen Adam, 'Allah'ı
Buldum' Diyor) başlıklı makalesinde şunları ifade ediyor: “Bizim
zamanımızın en büyük trajedilerinden bir tanesi, bilim ve dinin savaşmak
zorunda olduğu izleniminin yaratılmış olmasıdır. Ben bunu hiçbir surette
gerekli görmüyorum ve bu spektrumun uçlarını meşgul eden cırtlak seslerin de,
son 20 yıldır sahneye hakim oluşunu son derece hayal kırklığına uğratıcı
buluyorum.... Bir
keşif yaptığınızda, bu bilimsel bir çoşku anıdır, çünkü üzerinde araştırma
yapmışsınızdır ve cevaba yaklaşmışsınızdır. Fakat bu an benim için, hiçbir
insanın bilmediği, ancak Allah'ın ezelden beri bildiği bir şeyi şimdi idrak
ettiğimden Yaratıcı'ya yakınlaştığım bir andır. İnsanoğlu
ile ilgili her türlü bilgiyi ve sırrı taşıyan bu 3.1 milyar komutluk kitabı,
ilk defa elinize aldığınızda, her bir sayfasını incelerken huşu hissetmekten
kendinizi alamazsınız. Ben bu sayfalara baktığımda Allah'ın aklını
görmekten kendimi alamıyorum.”2 1, 2- Steven Swinford; The Sunday Times, 11 Haziran 2006;
http://www.timesonline.co.uk/article/0,,2087-2220484,00.html |
İnsan
Genomu Projesindeki Başarılar Allah'ın Yarattığı Kaderin Bir Parçasıdır
İnsan
Genomu Projesi'nin sonuçlanmasının ardından, bazı yayın organları, evrim
teorisinin içinde bulunduğu çıkmazın daha fazla ortaya çıkmaması için, yanıltıcı
mesajlar yayınlamaya ve halkı yanlış bilgilendirmeye başladılar.
Darwinist-materyalist basının, en çok gündeme getirdiği ve farklı slogan ve başlıklarla
ifade ettiği konulardan biri, gen haritasının keşfinin sözde insanların
kaderlerini değiştirebileceği iddiasıdır. "İnsan artık kaderine
yenilmeyecek" gibi mesajların insanın gen haritası hakkındaki bilgilerle
birlikte sunuluyor olması, büyük bir hatadır. Çünkü, gerçekte, insanın gen
haritasının çıkarılması, insanın kaderinin akışını kesinlikle değiştirmez,
çünkü bu da insanın kaderindedir. Allah Kuran'da bu gerçeği şöyle
bildirmektedir:
Allah
dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet
sahibidir. (İnsan Suresi, 30)
Kader,
Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları tek bir an olarak bilmesidir. Allah yaşanmamış
olayların da tümünü önceden bilir. İnsanların önemli bir bölümü, Allah'ın henüz
yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiği konusunu, yani kader gerçeğini
anlayamazlar. Oysa insanın henüz karşılaşmadığı bir olay kendisi açısından yaşanmamış
bir olaydır. "Sonucu bilinmeyen" olarak nitelendirilen bütün olaylar
sadece bizim için "bilinmez"dir. Sonsuz bir ilmin sahibi olan Allah
zamana ve mekana bağlı değildir; zaten zamanı ve mekanı yaratan Kendisi'dir. Bu
nedenle Allah için geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir. Allah Katında bizim şu
an yaşamakta olduğumuz ve ileride yaşanacak olan herşey olup bitmiştir. Tüm
insanlar Allah'ın kendileri için yarattığı kadere, zamanı geldiğinde tanık
olurlar.
“Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız? |
Film
karelerini eline alan bir insanın filmin başını, sonunu, arada gelişen olayları
bir bütün olarak, tek bir anda görebilmesi gibi Allah da yaratmış olduğu tüm
insanlarla ilgili herşeyden haberdardır. Herşeyi tek bir an olarak bilen Allah,
bu tek bir anda -yani sonsuz küçük zamanda- sonsuzluğu -yani sonsuz büyük zamanı-
yaratarak gücünün sınırsızlığını bize göstermektedir. Dolayısıyla iman sahibi
kimselerin bu bilimsel gelişmelere yaklaşımı, Kuran'da bildirildiği gibi,
bilginin asıl ve tek sahibinin Allah olduğunun farkında olmalarıdır:
Dediler
ki: "Sen Yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın." (Bakara
Suresi, 32)
Allah
gelmiş geçmiş bütün insanların hayatlarını tüm ayrıntılarıyla birlikte yaratandır.
Bir insanın doğumundan ölümüne kadar karşılaşacağı olumlu ya da olumsuz gibi
görünen bütün olaylar Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleşir. En'am Suresi'nde
yeryüzünde meydana gelen küçük büyük tüm olayların Allah'ın dilemesiyle
gerçekleştiği şu şekilde ifade edilir:
Gaybın
anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve
denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin
karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey)
apaçık bir kitapta yazılıdır. (En'am Suresi, 59)
Her
insan ve her olay için bu durum geçerlidir. Hiç kimsenin Allah'ın kendisi için
yarattığı kadere müdahale etmesi, olayların akışında herhangi bir değişiklik
yapması mümkün değildir. Örneğin Allah her insanı belli bir ömür ile yaratmıştır
ve her insanın ölüm anı Allah Katında yer, zaman ve şekil olarak da bellidir.
Örneğin bir insanın yakalandığı hastalık o insanın kaderinde, kendisi doğmadan
milyarlarca yıl öncesinde bellidir. O hastalıktan kurtulup kurtulmayacağı da,
kaderinde belirlenmiştir. Hatta iyileşmesine vesile olacak olan doktorlar, hemşireler,
hastane, ilaçlar, tedavi yöntemlerine kadar Allah Katında önceden yazılmıştır.
Dolayısıyla, eğer bir insan iyileşirse, bu, onun kaderini değiştirebildiği
anlamına gelmez, kaderinde iyileşmek yazılı olduğu anlamına gelir. Ayetlerde
Allah şöyle bildirir:
Sizi
en iyi Rabbiniz bilir; dilerse size merhamet eder, dilerse sizi azablandırır. Biz seni onların üzerine bir
vekil olarak göndermedik. Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi
bilir... (İsra Suresi, 54-55)
Eğer
gelecekte bir gün, bir insanın ömrü genlerine yapılan doğru müdahalelerle uzatılırsa,
bu olay da söz konusu kişinin kendi kaderine müdahale ettiği anlamına gelmez.
Bunun anlamı şudur: Allah bu insanı uzun bir ömürle yaratmıştır ve gen haritasının
çıkartılmış olmasını da bu insanın ömrünün uzun olmasına vesile etmiştir. Gen
haritasının bulunması da, bu kişinin genlerle ilgili teknolojik gelişmelerin yaşandığı
bir dönemde yaşaması da, yine o insanın ömrünün tıbbi imkanlarla uzatılması da
onun kaderindedir; tümü Allah Katında daha o insan dünyaya gelmeden önce
bellidir.
Aynı
şekilde bu proje çerçevesinde yapılan buluşlar neticesinde ölümcül hastalığı
tedavi edilen insan da, yine kaderini yaşamaktadır. Çünkü bu insanın kaderinde,
geçirdiği hastalıktan bu projenin vesilesi ile kurtulmak vardır. Sonuçta, insanın
gen haritasının çıkartılmış olması ve insanoğlunun genetik programa müdahale
edebilecek imkanları elde etmesi, Allah'ın yarattığı kadere karşı gelmek demek
değildir. Aksine, bu şekilde insanlık Allah'ın kendileri için yarattığı gelişmeleri
izlemekte, Allah'ın yarattığı bilgiyi keşfetmekte ve kullanmaktadır. Eğer bir
insan bu bilimsel gelişmeler sayesinde 120 sene yaşarsa, bu Allah'ın onun için
önceden takdir ettiği bir yaştır, onun için ömrü bu kadar uzun olur. Allah, her
insanın ömrünün Kendi Katındaki bir kitapta belirli olduğunu bir ayetinde şöyle
bildirir:
Allah
sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı.
O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene,
ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır.
Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır. (Fatır Suresi, 11)
Kısacası
"kaderimi yendim", "kaderimi değiştirdim", "kadere
müdahale ettim" gibi ifadeler, kader gerçeğini bilmemenin getirdiği
cehaletten kaynaklanan yanlış ifadelerdir. Bir kişinin bu ifadeleri kullanarak
konuşması da onun kaderinde önceden belirlenmiştir. Kişinin bu cümleyi nerede,
ne zaman, hangi şartlar altında kullanacağı dahi Allah Katında tespit edilmiştir.
Allah herşeyden haberdar olandır.
Allah
herşeyin, Katında bir kitapta yazılı olduğunu bildirmiştir. Bizler, bu kitapta
yazılı olanların aynısını, hiçbir
eksiklik veya fazlalık olmadan yaşarız.
…
Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz.
Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir
kitapta (yazılı)dır." (Sebe Suresi, 3)
Yeryüzünde
olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz
onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre
pek kolaydır. (Hadid Suresi, 22)
Allah’ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. |
Genetik
Mühendisliği Hakkındaki Evrimci Yanılgılar
Genetik
mühendisliği, bir canlıdan alınan genleri izole etme, bu genleri yönlendirme ve
başka bir canlıya aktarma çalışmalarının yapıldığı alandır. Bilim adamları bu
sayede endüstriyel atıkları sindiren bakteriler üretebilmekte, canlıları
klonlayabilmekte, hastalıklara ve böceklere karşı dirençli bitkiler geliştirebilmektedir.
Ancak ne bu biyoteknolojik çalışmalar ne de onların dayandığı genetik araştırmalar,
evrim teorisini desteklemez. Bu konudaki belli başlı yanılgıları şöyle sıralayabiliriz:
1) Biyoteknolojik
çalışmalar, canlıların bilinçsiz, tesadüfi süreçler sonucu değil, bilinçli olarak yaratıldıklarının bir
kanıtıdır:
Söz
konusu genetik çalışmaların hepsinde, genler üzerinde çok büyük bir dikkat ve
özenle çalışılmakta, yani "bilinçli müdahale" yapılmaktadır. Bilim
adamları, genleri belli bir amaç doğrultusunda yönlendiren, "bilinçli bir
düzenleyici" konumundadır. Bu insanlar, hücrenin işleyişi hakkında yıllarca
eğitim alarak bilgi sahibi olmuşlardır. Çalışmalarının tüm aşamalarını özenle
gerçekleştirmekte, kontrollü müdahalelerde bulunmaktadırlar. Dahası bu tür çalışmalar,
gelişmiş laboratuvarlar, teknolojik aletler kullanılarak, tamamen özel olarak
"düzenlenmiş" ortamlarda yürütülmektedir. Nitekim biyoloji profesörü
William D. Stansfield, kendisi bir evrimci olmasına karşın, bu gibi çalışmaların
evrim kanıtı olamayacağını -laboratuvarda hücre sentezleme çalışmalarından
verdiği örnekle- şöyle kabul etmiştir:
Yaratılışı
savunanlar, bilimin basit kimyasallardan gerçekten canlı meydana getirebileceği
günü iple çekmişlerdir. İddia etmektedirler ve bunda haklıdırlar ki, böyle
insan yapımı bir yaşam-formu üretilebilse bile bu, doğal yaşam formlarının
benzer kimyasal evrimsel süreçlerle geliştiğini kanıtlayamayacaktır.130
1- Yeni tercüme edilen proteinler, | 9- Gözenek, |
2) Genetik çeşitlenme
evrim teorisine bir destek sağlamaz:
Evrimci
yayınlarda iddia edildiği gibi, genetik çeşitlenme ile sonuçlanan deneyler de,
evrim teorisinin bir delili değildir. Çünkü evrim teorisi, doğada canlıları
daha kompleks hale getiren mekanizmalar bulunduğunu ve bu yolla bir canlı
türünün bir başka canlı türüne dönüştüğünü iddia eder. Oysa, genetik mühendisliği
ve biyoteknoloji alanında yapılan deneylerde, genetik çeşitlenmelerin tür değişikliğine
yol açmasının imkansız olduğu görülmüştür. Ancak bir kısım evrimciler bu gerçeği
görmezden gelmekte ve bazı kelime oyunları ile evrim teorisinin laboratuvarda
ispatlandığı gibi gerçek dışı iddialar öne sürmektedirler.
3) Gen mühendisliği
ile geliştirilen organizmalar evrim teorisinin delili değildir:
Diğer
bir yanılgı ise, organizmaların genetik mühendislik yoluyla geliştirilebilir
olmasının, evrim teorisini doğruladığı iddiasıdır. Günümüzde biyoteknoloji ve
genetik mühendisliği alanında, özellikle ilaç veya insülin gibi proteinlerin
üretiminde veya bazı enzimlerin reaksiyon hızlarını değiştirme gibi konularda
kullanılan yöntemler, evrimciler tarafından evrim teorisinin bir delili gibi
gösterilmektedir. Oysa bu çalışmaların evrim teorisi lehinde bir delil olması
mümkün değildir.
Genetik
mühendisliği çalışmaları, "Rekombinant DNA" teknolojisinin gelişimi
ile yürür. "Rekombinant" kelimesi ile, önceden ortamda var olan yapıların
(burada genlerin) yeniden birleştirilmesi kastedilmektedir. Bu durumda,
evrimcilerin öncelikle, genetik mühendisliğinin hammaddesi olan genlerin
kökenini açıklayabilmeleri gerekmektedir. (Bkz. Bölüm: DNA Mucizesi Evrim
Teorisini Nasıl Geçersiz Kılıyor?) DNA'nın kökeni konusunda tam bir çıkmazda
olan evrimciler, genetik mühendisliğinde kullanılan ve Darwinist
yönlendirmelerle hazırlanan çalışmalardan ümitlenmişlerdir. Oysa ki evrim
teorisi, canlı türlerinin sadece tesadüfi mekanizmalar ile oluştuğunu temel
alan bir görüştür. Dolayısıyla evrimcilerin genetik mühendislik ile ilgili
propagandası en baştan çürüktür. Çünkü evrimciler, genetik mühendislikle ilgili
iddialarında büyük bir çelişki ortaya koymaktadırlar.
Genlerin
farklı organizmalar arasında aktarılabilir olması ya da aynı ortamdaki genlerin
yeniden birleştirilmesi, evrimsel bir sürecin varlığına delil gösterilmeye çalışılmaktadır.
Gerçekte ise bu çalışmaların malzemesi olan genler, -önceki bölümlerde açıkladığımız
gibi- son derece kompleks yapılarıyla böyle tesadüfi bir sürecin yaşanmadığının,
en kuvvetli kanıtlarından biridir.
4) Genler, canlıların
ortak ataya değil, ortak kökene sahip olduklarının göstergesidir:
Evrimcilerin
bu alandaki çalışmalarla ilgili propagandalarındaki yanılgılardan bir diğeri,
organizmalar arasında aktarılabilir olan ortak genlerin, canlıların ortak bir
atadan türediği iddiasını kanıtladığı yanılgısıdır. Darwinist laboratuvar araştırmacıları,
canlılar arasında genleri nasıl aktarabildiklerini açıkladıktan sonra,
"bunu yapabiliyoruz, çünkü kullandığımız canlılar ortak bir atadan evrimleşmişlerdir"
şeklinde iddialarda bulunmaktadırlar. Böylece kendi varsayımları doğrultusunda
yaptıkları yorumu, bir kanıt gibi anlatarak, konu hakkında yüzeysel bilgi
sahibi olan kimseleri yanıltmaktadırlar. Gerçekte ise ortak köken, ortak ata
varsayımına ispat oluşturmamaktadır. Aynı şekilde, genlerin farklı organizmalar
arasında aktarılabilir olması da, biyolojik yapıların tesadüflerle ve amaçsız
doğa olaylarıyla evrimleştiğini kanıtlamamaktadır. Farklı organizmalar arasındaki
ortak genler, objektif olarak ancak "ortak köken" göstergesi olarak
kabul edilebilir. Ortak köken yorumu da, açıkça yaratılış gerçeğini destekler.
5) Genetik
mühendisliği, ateizm propogandasına hiçbir destek sağlamaz:
Gen
mühendisliği ile ilgili yorumlarda rastlanan bir diğer yanlış ise, gen
mühendisliğinin "yaratma" olduğu yanılgısıdır. Allah'ın varlığını
inkar eden materyalistler, genetik mühendisliği çalışmalarını ateizm
propagandasında kullanmakta ve yapılan çalışmaları "yaratma" olarak
yorumlamaktadırlar. (Allah'ı tenzih ederiz.)
Burada
ateistlerin kavramamakta ısrar ettiği şey, "yaratmanın" "yoktan
var etme" anlamına geldiğidir. Yaratmak, yalnızca Allah'a mahsustur. Gen
mühendisliği çalışmalarında bilim adamları, Allah'ın yaratmış olduğu genler
üzerinde değişiklikler yapmakta veya bunları Allah'ın yarattığı canlılar arasında
aktarmaktadırlar. Bu çalışmalarda canlıları geliştirmek için kullanılan genetik
bilgi, canlılar aleminde zaten mevcut olan bilgiden kullanılmaktadır.
Örneğin
bilim adamları, deniz anasının genini bir zebra balığının DNA'sına yerleştirerek,
bu balığın ışık saçmasını ya da keçinin DNA'sına örümcek geni yerleştirerek,
keçi sütünde örümcek ipliği üretilmesini sağlayabilmektedirler. Ancak ortaya çıkan
canlılar görünürde, yeni birtakım özelliklere sahip olsalar da, burada
kesinlikle yeni genetik bilgi var olmamış, sadece zaten mevcut bulunan bilgi,
canlılar arasında ortam değiştirmiştir.
Eğer
bilim adamları gelecekte bir gün, bir canlıyı köklü bir şekilde yeniden yapılandırmayı
başarsalar dahi, bu durum değişmeyecektir. Moleküler biyolog Michael Denton, bu
gerçeği şöyle ifade eder:
Gelecekte
eğer gen mühendisleri canlı sistemleri, proteinden bütün organizmaya kadar,
köklü bir şekilde yeniden yapılandırmayı başarabilirse, bu sadece, temel
alt-sistemlerin çoğunda, neredeyse kesinlikle programlanmış, eş zamanlı değişimler
gerektirecek olan, bilinçli olarak yönlendirilmiş değişimler yoluyla olacaktır.131
Sonuç
olarak evrimcilerin genetik mühendisliğiyle ilgili propagandası geçersizdir.
Tam aksine, bu alandaki çalışmalar, ortaya koydukları planlanmış kontrollü
ortamlar ve amaçlı değişimlerle, canlıların kusursuz bir düzenle yaratıldıkları
gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Klonlama
Çalışmaları Evrim Teorisine Neden Bir Destek Sağlamaz?
1. Genom | 3. Gen |
Gen mühendisliği çalışmalarında bilim adamları, Allah'ın yaratmış olduğu genler üzerinde değişiklikler yapmakta veya bunları Allah'ın yarattığı canlılar arasında aktarmaktadırlar. |
Kopyalama
işleminde, kopyalanması planlanan canlının bir hücresinden DNA'sı mikroskop altına
alınır ve o türden başka bir canlıya ait bir yumurta hücresinin içine yerleştirilir.
Bu işlem için kopyalanması planlanan canlının DNA'sı kullanılır. Hemen ardından
şok uygulanır ve yumurta hücresinin bölünmeye başlaması sağlanır. Bölünmeye
devam eden embriyo, o türden herhangi bir canlının rahmine yerleştirilir ve
gelişip doğması beklenir.
Öncelikle
kopyalama ve evrim kavramları tanım olarak tamamen farklıdır. Evrim teorisi
cansız maddenin tesadüfler sonucu canlılığı oluşturduğu iddiası üzerine kurulmuştur.
(Bu iddianın gerçekleşebileceğine dair hiçbir delil yoktur). Kopyalama ise,
canlı hücrenin genetik maddesi kullanılarak, o canlının kopyalanmasıdır. Zaten
canlı olan bir hücreden yola çıkılır ve biyolojik bir süreç laboratuvar ortamına
taşınarak yapay yöntemlerle tekrarlanır. Yani ortada evrimin temel iddiası olan
"tesadüfi" bir süreç ya da "cansız maddenin canlanması"
gibi bir durum yoktur.
Gerçekte
kopyalama işlemi evrim için hiçbir delil sağlamaz, ancak evrimi kökünden
çürüten bir biyoloji kanununun çok açık bir kanıtıdır. Bu kanun, ünlü bilim
adamı Louis Pasteur'ün 19. yüzyılın sonuna doğru ortaya koyduğu "hayat
ancak hayattan gelir" prensibidir. Bu açık gerçeğe rağmen kopyalamanın
evrime delil gibi gösterilmesi, bir kısım medya yoluyla yürütülen büyük bir
saptırma ve aldatmacadır.
1. Klonlanacak hayvandan hücre alınması | 5. Çekirdeksiz yumurta |
A) Yumurta hücrelerinin alınması: C) Olgunlaşma: D) Enjeksiyon: |
1. Metil | 9. Histon |
D) Füzyon (birleştirme): E) Aktivasyon (harekete geçirme): F) İmplantasyon (yerleştirme): | |
Klonlama tekniği, tamamen bilinçli insanların denetiminde yapılır ve her aşama çok hassas kontrol altında gerçekleştirilir. Bu yöntem, evrim teorisine hiçbir şekilde destek sağlamaz. Çünkü klonlamada, -canlıların yaratılışında olduğu gibi- tesadüfi süreçlere yer yoktur. |
Ancak
özellikle son 30 yıl içinde çeşitli bilim dallarındaki ilerlemeler canlıların
ortaya çıkışının tesadüf kavramı ile açıklanmasının imkansız olduğunu göstermiştir.
Evrimcilerin bilimsel yanlışları ve taraflı yorumları belgelenmiş; böylece
evrim teorisi bilim sınırları içinde savunulamaz hale getirilmiştir. Bu gerçek
ise evrimcilerin bir kısmını farklı arayışlara itmiştir. İşte "canlılığın
kopyalanması" hatta yakın geçmişte "tüp bebek" gibi bilimsel
gelişmelerin evrime delilmişcesine propagandasının yapılması bu nedenledir.
Kopyalama
konusunda insanların içine düştüğü bir diğer yanlış anlama ise, kopyalamayı
"canlı yaratmak" olarak anlamalarıdır. Oysa kopyalamanın böyle bir
anlamı kesinlikle yoktur. Kopyalama, zaten var olan canlı bir üreme mekanizmasına,
zaten var olan bir genetik bilgiyi eklemekten ibarettir. Bu işlemde ne yeni bir
mekanizma, ne de yeni bir genetik bilgi üretilmiş değildir. Var olan bir canlının,
örneğin koyunun genetik bilgisi alınmakta, anne koyunun rahmine yerleştirilmekte
ve annenin doğuracağı yeni yavrunun, genetik bilgisi alınan koyunun "tek
yumurta ikizi" olması sağlanmaktadır. Bunun ne evrim teorisiyle ne de
"canlı yaratmak" kavramıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Bir
insanı veya başka herhangi bir canlıyı yaratmak, yani yoktan var etmek, sadece
Allah'a mahsustur. Nitekim bilimsel gelişmeler de, bu yaratmanın insanlar tarafından
gerçekleştirilmesinin imkansız olduğunu göstererek, aynı gerçeği teyit
etmektedir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Gökleri
ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar
verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi,
117)
Sonuç
olarak topluma bilim adına söyleyecek sözü kalmayan evrimcilerin, halkın bilgi
eksikliğine sığınarak teoriyi yaşatmaya çalışmaları, yalnızca o teorinin
bilimsel yönden çaresizliğini göstermektedir. Diğer tüm bilimsel gelişmeler
gibi "kopyalama" da, canlılığın yaratılmış olduğuna ışık tutan çok
önemli ve aydınlatıcı bir bilimsel gelişmedir.
Yorumlar
Yorum Gönder