Canlı Yapısındaki Bilgi ve Materyalizmin Sonu
Evrim
teorisinin temelinde materyalist felsefe yatmaktadır. Materyalizm, var olan herşeyin
sadece madde olduğu varsayımına dayanır. Bu felsefe maddenin sonsuzdan beri var
olduğunu, hep var olacağını ve maddeden başka bir şey de olmadığını idda
etmektedir. Materyalistler, bu iddialarına destek sağlamak için,
"indirgemecilik" olarak adlandırılan bir mantık kullanırlar. İndirgemecilik,
madde gibi görünmeyen şeylerin de, aslında maddesel etkenlerle açıklanabileceği
düşüncesidir.
Bunu
açıklamak için zihin örneğini verelim. Bilindiği gibi insanın zihni "elle
tutulur, gözle görülür" bir şey değildir. Dahası insan beyninde bir
"zihin merkezi" de yoktur. Bu durum bizi ister istemez, zihnin
madde-ötesi bir kavram olduğu sonucuna götürür. Yani "ben" dediğimiz,
düşünen, seven, heyecanlanan, sevinen, zevk alan ya da acı çeken varlık, bir
koltuk, bir masa ya da bir taş gibi maddesel bir varlık değildir.
Materyalistler
ise, zihnin "maddeye indirgenebilir" olduğu iddiasındadırlar.
Materyalist iddiaya göre, bizim düşünmemiz, sevmemiz, sevinmemiz ve tüm diğer
zihinsel faaliyetlerimiz, aslında beynimizdeki atomlar arasında meydana gelen
kimyasal reaksiyonlardan ibarettir. Bir insanı sevmemiz, beynimizdeki bazı
hücrelerdeki bir kimyasal reaksiyon, bir olay karşısında korku duymamız bir başka
kimyasal reaksiyondur. Ünlü materyalist filozof Karl Vogt, bu mantığı
"karaciğer nasıl öd sıvısı salgılıyorsa, beyin de düşünce salgılar" şeklindeki
akıl dışı sözüyle ifade etmiştir.132 Oysa elbette öd sıvısı bir
maddedir, ama düşüncenin madde olduğunu gösterecek hiçbir kanıt yoktur.
İndirgemecilik
bir mantık yürütmedir. Ancak bir mantık yürütme doğru temellere de dayanabilir,
yanlış temellere de. Bu nedenle bizim için şu anda önemli olan soru şudur:
Materyalizmin temel mantığı olan "indirgemecilik", bilimsel verilerle
karşılaştırıldığında ortaya hangi sonuç çıkar?
19.
yüzyılın materyalist bilim adamları ya da düşünürleri, bu soruya kolaylıkla
"bilim indirgemeciliği doğrular" cevabının verilebileceğini sanıyorlardı.
Ama 20. yüzyıl bilimi, ortaya çok farklı bir gerçek çıkarmıştır.
Bu
gerçek, doğada var olan ve asla maddeye indirgenemeyecek olan "bilgi"dir.
DNA,
Sadece Nükleik Asitlerin Diziliminden İbaret Değildir; Bilgi İçerir
Canlıların
DNA'larında son derecede kapsamlı bir bilgi olduğuna önceki bölümlerde değinmiştik.
Milimetrenin yüz binde biri kadar küçük bir yerde, bir canlı bedeninin bütün
fiziksel detaylarını tarif eden, adeta bir "bilgi bankası" vardır.
Bunun yanı sıra, canlı vücudunda bir de bu bilgiyi okuyan, yorumlayan ve buna
göre "üretim" yapan bir sistem bulunur. Bütün canlı hücrelerinde,
DNA'da bulunan bilgi, çeşitli enzimler tarafından "okunur" ve bu
bilgiye göre protein üretilir. Vücudumuzda her saniye, gerekli yer için,
gerekli türde milyonlarca protein üretilmesi bu sistemle gerçekleşir. Bu sistem
sayesinde, ölen göz hücrelerimiz yine göz hücreleri, kan hücrelerimiz yine kan
hücreleri ile yenilenirler.
Bu
noktada materyalizmin iddiasını düşünelim: Acaba DNA'daki bilgi,
materyalistlerin iddia ettiği gibi, maddeye indirgenebilir mi? Ya da bir başka
deyişle, DNA'nın sadece bir madde yığını olduğu ve içerdiği bilginin de
maddenin rastgele etkileşimleri ile ortaya çıktığı kabul edilebilir mi?
20.
yüzyılda yapılan bütün bilimsel araştırmalar, deney sonuçları ve gözlemler, bu
soruya kesinlikle "hayır" cevabı verilmesi gerektiğini
göstermektedir. Çünkü hayat kesinlikle sadece maddeden ibaret değildir. Önde
gelen bilgi teorisyeni ve biyofizikçi Hubert Yockey, "Tüm mesajlar gibi yaşamın
mesajı (genetik kod) da madde-dışıdır, ama bit ve baytlar halinde ölçülebilen
bilgi içeriğine sahiptir."133 derken, bilim adamı Dean
Overman bu konuda şunları söylemektedir:
Genetik
kodun içerdiği bilgi, tüm bilgi veya mesajlarda olduğu gibi, maddeden yapılmış
değildir. Anlam, kodun sembolleri veya alfabesinden kaynaklanan bir özellik değildir.
Genetik koddaki mesaj veya anlam madde-dışıdır ve fiziksel veya kimyasal
özelliklere indirgenemez; materyalizm genetik koddaki anlamı açıklamaz.134
Profesör
Phillip Johnson ise konu ile ilgili şunları dile getirmektedir:
Öncelikle,
hayat yalnızca maddeden oluşmaz, ancak madde ve bilgiden oluşur. İkinci olarak,
bilgi maddeye indirgenemez, fakat maddenin tamamıyla farklı bir türüdür. Bu
yüzden bir hayat teorisi yalnızca maddenin kökenini değil, aynı zamanda
bilginin bağımsız kökenini de açıklayabilmelidir. Üçüncü olarak, bir kitap ya
da biyolojik bir hücrenin içerisinde bulunan belirtilmiş bilgi türü,
tesadüfle ya da fiziksel ve kimyasal yasaların yönlendirmesiyle üretilemez.135
Bilgi
teorisyeni Prof. Werner Gitt de, In The Beginning Was Information (Başlangıçta
Bilgi Vardı) adlı kitabında, canlılığın sadece madde ile açıklanamayacağını şöyle
ifade etmektedir:
Madde
ve enerji yaşamın başlıca gereklilikleridir, fakat bunlar canlı ve cansız
sistemlerin ayırt edilmesi için kullanılamazlar. Tüm canlı varlıkların ortak
özelliği içerdikleri "bilgi"dir ve bu bilgi tüm yaşam süreçleri ile
bağlantılı üretimleri düzenler. Bilginin aktarılması ise tüm yaşayan canlılarda
önemli bir rol oynar. Örneğin bir böcek bir çiçekten diğerine polen taşırken,
bu öncelikle bir bilgi taşınması işlemidir (genetik bilgi aktarılır); buna
dahil olan gerçek materyal ise önemli değildir. Bilgi yaşam için gerekli olmasına
rağmen, bilgi tek başına yaşamın tamamını tarif etmek için yeterli değildir.136
Genetik
kodun "madde-dışı" bilgi içermesi, genetik kodla ilgili hayali evrim
senaryolarının daha en baştan geçersiz olduğunu gösterir. Çünkü bu senaryolar
en baştan, maddenin kendi kendini organize ederek, genetik bilgiyi ve kodu
meydana getirdiği ön kabulüne dayanır. Ancak maddenin, kendi kendine kod
üretmesi mümkün olmadığından dolayı, genetik kodla ilgili tüm materyalist açıklamalar
da anlamsızdır.
Ayrıca
DNA'daki genetik harflerin dizilimi, yaşam için hayati önemdedir. Tek başına
bir anlam taşımayan nükleotidler, özel bir dizilimle dizilerek, anlamlı
bilgiler taşıyan genleri meydana getirirler. DNA, içerdiği bu anlamlı bilgiyle,
doğada görülen diğer yapılardan belirgin şekilde ayrılır. Profesör Phillip
Johnson DNA'nın bu özelliğinden şöyle bahsetmektedir:
...
Nasıl ki bir bilgisayar programı ya da bir kitap için önemli olan, bilginin
kaydedildiği fiziksel ortam değil de, bizzat bilginin kendisidir; DNA ile
ilgili önemli olan nokta da, yazılımındaki kimyasal maddeler değil, bilgidir.
Bu devasa büyüklükteki kompleks bilgi mevcut olana dek, metabolizma çalışamaz
ve çoğalma başlayamaz.137
Johnson'nun
yukarıdaki sözlerinde ifade ettiği gibi, kimyasal maddelerin rastgele yan yana
gelmesi, canlıların yaşaması ve çoğalması için gerekli şartları oluşturmaz.
Kimyasal maddeler, ancak DNA'daki gibi çok kapsamlı ve anlamlı bir bilgiyi oluşturacak
şekilde yan yana getirilmelidir. Böylesine büyük bir iradeyi atomlarda,
moleküllerde aramak mümkün değildir. Bu bilginin kaynağı, herşeyin bilgisine
sahip olan, yerde ve gökte olan herşeyi yaratan Yüce Allah'tır. Ünlü teorik
fizikçi Paul Davies, genetik bilginin anlam bakımından değerini şöyle
anlatmaktadır:
...
biyolojik bilginin ayırt edici bir özelliği, anlamla dolu olmasıdır. DNA işlevsel
bir organizma inşa etmek için gerekli bilgileri depolar; önceden belirlenmiş,
özel bir ürün için bir algoritma (izlenen yol) veya karbon kopyadır (tıpkısının
aynısıdır)... genler kesinlikle bir şey kodlar ve sembolize eder... Burada
gerçek gizem olan şey, bilginin sadece varoluşu değil, kalitesidir aslında.138
Paul
Davies'in genetik bilginin kökenini "gizem" olarak ifade etmesinin
sebebi, DNA'daki bilgiye materyalist bir açıklama getirilememesidir. Ancak
materyalizm, bugün yaratılış gerçeği karşısında, bir kez daha yıkılmıştır. 20.
yüzyılın önemli bilim filozoflarından kimyager Michael Polanyi ise, DNA'daki
bilgi aktarımının da maddesel bir açıklaması olamayacağını ifade etmektedir:
Bir
DNA molekülü, gelişmekte olan bir hücreye bilgi nakleder. Benzer şekilde, bir
kitap da bilgi nakleder. Ancak bilginin nakli, kimyasal veya fiziksel ilkelere
göre açıklanamaz. Diğer bir deyişle, kitabın işleyişi kimyasal terimlere
indirgenemez. DNA, genetik bilginin nakliyle işlediği için, DNA'nın işlevi de
kimya kanunlarıyla açıklanamaz.139
Teorik
fizikçi profesör Jacob D. Bekenstein, Scientific American dergisinde yayınlanan
"Holografik Evrendeki Bilgi" adlı makalesinde bilginin önemini şu
sözlerle dile getirmektedir:
Fiziksel
dünyanın nelerden meydana geldiğini herhangi bir kişiye sorarsanız, size
muhtemelen "madde ve enerji" denecektir. Ancak eğer mühendislikten,
biyolojiden ve fizikten bir şey öğrendiysek, bilgi çok önemli bir unsurdur.
Otomobil fabrikasındaki robot, metal ve plastikten oluşur; fakat hangi parçayı
neye kaynak yapacağını vs. söyleyen, çok sayıda talimat olmadan, faydalı bir şey
yapamaz. Vücudunuzdaki hücre içinde, bir ribozom, amino asit yapı taşlarından
oluşur ve ATP'nin ADP'ye dönüşümünden ortaya çıkan enerjiden güç bulur. Fakat
hücre çekirdeğindeki DNA'dan alınan bilgi olmadan protein sentezleyemez. Aynı şekilde,
fizikte bir yüzyıllık gelişmeler, bize bilginin fiziksel sistemlerde ve
süreçlerde çok önemli bir unsur olduğunu öğretmiştir.140
Evrimcilerin
yazılarına baktığımızda, kimi zaman evrim teorisinin, canlılardaki bilgi karşısında
açmazda olduğunu, itiraf ettiklerini görürüz. Bu konudaki açık sözlü
otoritelerden biri, Fransız zoolog Pierre-P. Grassé'dir. Grassé materyalist ve
evrimci olmasına rağmen, Darwinist teoriyi geçersiz kılan en önemli gerçeğin,
hayatı oluşturan bilgi olduğunu kabul etmektedir:
Herhangi
bir canlı organizma, inanılmaz derecede büyük bir "akıl" içerir. Bu,
insanların en büyük mimari eserleri olan katedralleri inşa etmek için kullandıklarından,
çok daha büyük bir akıldır. Bugün bu akla "bilgi" (enformasyon)
diyoruz, ama anlam hala aynıdır. Bu bilgi bir bilgisayarda programlanmamıştır,
ama bilgisayardakinden çok daha dar bir yere, DNA'daki kromozomlara ya da her
hücredeki farklı organellere sıkıştırılmıştır. Bu "akıl", hayatın
"olmazsa olmaz" şartıdır. Peki ama bunun kaynağı nedir?... Bu hem
biyologları hem de filozofları ilgilendiren bir sorudur ve bilim bunu asla
çözemeyecek gibi durmaktadır.141
Pierre-P.
Grassé'nin, "bilimin bu soruyu asla çözemeyecek gibi durduğunu"
söylemesinin nedeni, materyalist olmayan hiçbir açıklamayı "bilimsel"
saymak istemeyişidir. Oysa bizzat bilimin kendisi, materyalist felsefenin
varsayımlarını geçersiz kılmakta ve bir Yaratıcı'nın varlığını ispatlamaktadır.
Grassé ya da diğer materyalist bilim adamları, bu gerçek karşısında ya
gözlerini kaparlar ya da "bilim bunu açıklayamıyor" derler. Çünkü
"önce materyalist, sonra bilim adamı"dırlar ve bilim aksini ispat
etse de, materyalizme inanmaya devam etmektedirler.
DNA
ile ilgili bu çarpıcı gerçek - genetik bilginin, madde ve enerjiyle ya da doğa
kanunları ile kesinlikle açıklanamaz oluşu- evrim teorisinin önünde, yıkılmaz
bir duvar olarak durmaya devam edecektir. Alman Federal Fizik ve Teknoloji
Enstitüsü'nün yöneticisi Prof. Dr. Werner Gitt, bu konuda şunları söyler:
...
Bilgi, herşeyin esasında bulunan bir kavram olduğu için, maddenin özelliği
olamaz, bu nedenle kökeni de maddesel bir süreçle açıklanamaz... Bilginin esas
niceliği, maddesel olmayan (zihinsel) bir mevcudiyettir. Maddenin bir özelliği
değildir, bu nedenle salt maddesel süreçler temelde bilginin kaynağı olarak
kabul edilmezler... Maddenin bilgi ortaya çıkarabilmesini sağlayacak hiçbir
bilinen doğa kanunu, fiziksel süreç ya da maddesel olay yoktur...142
Werner
Gitt bir diğer sözünde ise, bilginin ancak yaratılarak var olabileceğini ifade
etmektedir:
Biyolojik
bilgi... çok yüksek saklama yoğunluğu olduğu için, diğer sistemlerden farklıdır
ve bu nedenle inanılmaz derecede usta kavramlar içerir... Yaşayan
organizmalarda mevcut bilginin, akıllı bir kaynağa ihtiyaç duyduğu açıktır. İnsan
bu kaynak olamaz ve bundan dolayı tek ihtimal, bunların bir Yaratıcısı olduğudur.143
Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir. |
Werner
Gitt'in sözleri, aynı zamanda, son 20-30 yıl içinde gelişen ve termodinamiğin
bir parçası olarak kabul edilen "Bilgi Teorisi"nin vardığı
sonuçlardır. Bilgi teorisi, evrendeki bilginin yapısını ve kökenini araştırır.
Bilgi teorisyenlerinin uzun araştırmaları sayesinde varılan sonuç ise şudur:
"Bilgi, maddeden ayrı bir şeydir. Maddeye asla indirgenemez. Bilginin
ve maddenin kaynağı ayrı ayrı araştırılmalıdır."
DNA'daki
bilginin kaynağı ise materyalistler için asla aşılamaz bir çıkmazdır. DNA
molekülünde kodlanmış bilginin kökeninin, herhangi bir doğal mekanizma ile açıklanması
mümkün değildir. Tüm gözlem, deney ve deneyimler, bilginin ancak bilinçli bir
varlıktan geldiğini göstermektedir. DNA'daki bilgi ise, tüm canlılığı yaratan
Yüce Allah'ın eseridir. Kuran'da Rabbimiz'in yaratma sanatı ve sonsuz kudreti şu
şekilde açıklanır:
İşte
Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin Yaratıcısıdır,
öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. Gözler O'nu idrak
edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır.
(Enam Suresi, 102-103)
Doğadaki
Bilginin Kaynağı
Bilimin
ortaya çıkardığı bu sonucu doğaya uyarladığımızda ise, çok önemli bir sonuçla
karşılaşırız. Çünkü doğa, DNA örneğinde olduğu gibi, muazzam bir bilgiyle
doludur ve bu bilgi maddeye indirgenemeyeceğine göre, madde-ötesi bir kaynaktan
gelmektedir.
Bu Kitap Yalnızca Mürekkep ve Kağıt Değildir |
Okumakta
olduğunuz bu kitap, diğerleri gibi kağıttan, mürekkepten ve içindeki bilgiden
oluşur. Dikkat edilirse, kağıt ve mürekkep maddesel birer unsurdur.
Kaynakları da yine maddedir: Kağıt selülozdan, mürekkep ise çeşitli
kimyasallardan yapılır. Ama kitaptaki bilgi, maddesel bir şey değildir ve
maddesel bir kaynağı olamaz. Her kitaptaki bilginin kaynağı, o kitabı yazmış
olan yazarın zihnidir. Ayrıca bu zihin, kağıt ve mürekkebin nasıl kullanılacağını da
belirler. Bir kitap, önce o kitabı yazan yazarın zihninde oluşur. Yazar
zihninde mantıkları kurar, cümleleri dizer. Bunları ikinci aşamada maddesel
bir şekle sokar. Yani bir daktilo ya da bilgisayar kullanarak, zihnindeki
bilgiyi harflere dönüştürür. Sonra da bu harfler matbaaya girerek kağıt ve
mürekkepten oluşan kitaba dönüşürler. Profesör Phillip Johnson da bu örnek
üzerinden DNA'nın kökenine şöyle dikkat çekmektedir: |
Bir kitabın edebi üslubunu ya da anlamını, mürekkebinin ya da kağıdın fiziksel özelliklerinden meydana gelen vasıflarıyla açıklamaya çalışmak, oldukça mantıksız olacaktır. Mesaj bir yazardan gelir; mürekkep ve kağıt ancak araçtır. Aynı şekilde DNA'da yazılan bilgi DNA'nın ürünü değildir. Bilgi nereden gelmektedirş Yazar olan kim ya da nedir?1 Buradan
da şu genel sonuca varabiliriz: “Eğer bir madde bilgi içeriyorsa, o
zaman o madde, söz konusu bilgiye sahip olan bir akıl tarafından
düzenlenmiştir. Bu akıl tüm evreni yoktan var eden Yüce Rabbimize
aittir.” 1- Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism by Opening Minds,
InterVarsity Press, Illionis, 1997, s. 73. |
Evrim
teorisinin günümüzdeki en önde gelen savunucularından biri olan George C.
Williams, çoğu materyalistin ve evrimcinin görmek istemediği bu gerçeği kabul
eder. Williams, materyalizmi uzun yıllar boyu katı bir biçimde savunmuştur, ama
1995 tarihli bir yazısında, herşeyin madde olduğunu varsayan materyalist
(indirgemeci) yaklaşımın yanlışlığını şöyle ifade etmektedir:
Evrimci
biyologlar, iki farklı alan üzerinde çalışmakta olduklarını şimdiye kadar fark
edemediler; bu iki alan madde ve bilgidir... Bu iki alan,
"indirgemecilik" olarak bildiğimiz formülle asla biraraya
getirilemezler... Bu durum, bilginin ve maddenin varoluşun iki farklı alanı
olduğunu göstermektedir ve bu iki farklı alanın kökeni de ayrı ayrı
araştırılmalıdır. Genler, birer maddesel obje olmaktan çok, birer bilgi
paketçiğidir... Biyolojide genler, genotipler ve gen havuzları gibi
kavramlardan söz ettiğinizde, bilgi hakkında konuşmuş olursunuz, fiziksel
objeler hakkında değil...144
20.
yüzyılda bilim DNA'daki bilginin, materyalistlerin iddia ettiği gibi, maddeye
indirgenemeyeceğini ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla, doğadaki bilginin kaynağı
da, materyalistlerin sandığının aksine maddenin kendisi olamaz. Bilginin kaynağı
madde değil, madde-ötesi üstün bir Akıl'dır. Bu Akıl, maddeden önce vardır.
Madde O'nunla var olmuş, O'nunla şekil bulmuş ve düzenlenmiştir. Bu aklın
sahibi tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tır. Canlılığın kökeninde yer alan bu olağanüstü
bilgi, materyalist felsefeyi çökertirken, alemlerin Rabbi olan Allah'ın apaçık
varlığına sayısız deliller sunmaktadır.
Ünlü
Bilim Adamı Anthony Elew DNA’daki Kompleks Yapı Üzerine İman Etti |
“Elbette
insanları etkiledim, bu yüzden vermiş olabileceğim büyük zararı gidermek
istiyorum ve bunun için çaba göstereceğim.” (Anthony Flew) Bir
dönemin ünlü ateist felsefecisi Anthony Flew, DNA'daki kompleks yapı üzerine,
66 yıl boyunca savunduğu ateizmin, çökmüş bir felsefe olduğunu kabul etti. 81
yaşındaki İngiliz felsefe profesörü Flew, 15 yaşında ateist olmayı seçmiş ve
adını akademik alanda ilk olarak, 1950 yılında yayınladığı bir makaleyle
duyurmuştu. Sonraki 54 yıllık sürede, eğitim vermekte olduğu Oxford,
Aberdeen, Keele ve Reading Üniversiteleri ile ziyaret için bulunduğu çok
sayıda Amerikan ve Kanada üniversitesinde, tartışmalarda, kitap, ders ve
makalelerde ateizmi savundu. Ancak Flew, yakın bir dönem önce, bu yanılgısını
terk ettiğini ve evrenin yaratılmış olduğunu kabul ettiğini açıkladı. The Sundays Times'ta
yer alan haberde evrim teorisi ile ilgili şunları ifade etmektedir: Şuna ikna oldum ki ilk canlı maddenin, cansız maddeden evrimleşerek
meydana gelmesi, ardından da olağanüstü komplekslikte bir canlıya dönüşmesi,
açıkça söz konusu değildir.1 Bu köklü karar değişikliğinde etkili olan şey, modern bilimin
yaratılış hakkında ortaya koyduğu açık ve kesin kanıtlardır. Flew, yaşamın
bilgiye dayalı kompleksliği karşısında, canlılığın bilinçli olarak
yaratıldığının farkına varmış ve bu inanç değişikliğinin temelinde yatan
bilimsel sebepleri şu sözlerle açıklamıştır: Biyologların DNA araştırmaları, yaşam için gerekli düzenlemelerin
neredeyse inanılmaz olan kompleksliğini ortaya koyarak, yaşamın temelinde
bilinç bulunmuş olması gerektiğini gösterdi.2 Flew'un fikir değişikliğinde temel sebep olarak gösterdiği DNA
araştırmaları, gerçekten de yaratılış gerçeğine dair çarpıcı gerçekler ortaya
çıkarmıştır. DNA molekülünün sarmal yapısı, genetik koda sahip oluşu,
tesadüfü reddeden hassas nükleotid dizilimleri, ansiklopedik miktarda bilgi
depolaması ve daha birçok çarpıcı bulgu, bu molekülün yapı ve
fonksiyonlarının yaşam için özel olarak ayarlandığını ortaya koymuştur. Uzun bir dönem ateizmi savunan Anthony Flew'un bilinçli yaratılışı
kabul etmesi, ateizmin içinde bulunduğu çöküş sürecinde yaşanan son perdeyi
yansıtmaktadır. Modern bilim, bir Yaratıcı'nın varlığını ortaya koymuş,
böylece ateizmi devre dışı bırakmıştır. Flew'u
etkileyen bilim adamlarından Prof. Gerald Schroeder ise, Science
Reveals the Ultimate Truth (Bilim Mutlak Gerçeği Ortaya Koyuyor)
adlı kitabında, tüm evrende tecelli eden akıl ve bilgiden şöyle
bahsetmektedir: Tek bir bilinç, evrensel bir akıl, tüm evreni kaplamaktadır. Atomaltı
maddenin kuantum doğasını araştıran bilimin bulguları, bizi hayranlık
uyandırıcı şu kabulün eşiğine getirmiştir: Tüm varlık, bu aklın bir dışa
vurumudur. Laboratuvarlarda bunu, ilk başta enerji olarak ifade edilmiş,
sonra madde formunda yoğunlaşmış bilgi olarak gözlemliyoruz. Atomdan insana
kadar her bir parçacık, her varlık; bir bilgi ve akıl seviyesi ortaya
koymaktadır.3 Gerek hücrenin işleyişi, gerek maddenin atomaltı parçacıkları üzerinde
yapılan bilimsel araştırmalar, şu gerçeği inkar edilemez bir biçimde ortaya
koymuştur: Evren ve yaşam, herşeye hakim, üstün akıl sahibi bir varlığın
iradesiyle yoktan var olmuştur. Hiç şüphesiz, evreni her seviyede kuşatan bu
bilgi ve aklın sahibi, üstün kudret sahibi Yüce Allah'tır. Allah bu gerçeği
Kuran'da şöyle bildirmektedir: Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü
(kıblesi) orasıdır. şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115) 1- Stuart Wavell, Will Iredale, “ Sorry, says atheist-in-chief, I do
believe in God after all”, The Sunday Times, 12 Aralık 2004;
http://www.timesonline.co.uk/article/0,,2087-1400368,00.html 2- Richard N. Ostling, “Lifelong atheist changes mind about divine
creator”, The Washington Times,
http://washingtontimes.com/national/20041209-113212-2782r.htm 3- Gerald Schroeder, The Hidden Face of God, Touchstone, New York,
2001, s. Xi. |
Yorumlar
Yorum Gönder