DNA Mucizesi Evrim Teorisini Nasıl Geçersiz Kılıyor?
Evrim
teorisi moleküler düzeyde önemli bir açmazdadır. Canlılığın kökeni konusu,
evrim teorisi açısından paleontoloji, jeoloji, antropoloji gibi bilim dallarında
olduğu gibi çok büyük bir sorundur. Üstelik evrimcilerin sorunu yalnızca amino
asit, protein gibi canlılığın yapı taşları ile sınırlı değildir. Bunların da
ötesinde asıl açmaz, canlı hücresinin olağanüstü kompleks yapısındadır. Çünkü
hücre, amino asit yapılı proteinlerden oluşmuş bir yığın değil, insanoğlunun şimdiye
kadar karşılaştığı en kompleks sistemlerden biridir.
Darwinistlerin
çıkmazı, evrim teorisini ayakta tutmak adına arkasında durdukları varsayımlardan
kaynaklanır. Darwinistlere göre ilk canlı mutlaka ilkel olmak zorundadır ve doğru
kimyasallar biraraya getirildiğinde hayat tesadüfen, kendiliğinden ortaya çıkabilmelidir.
İşte bu batıl inançlar, Darwinistleri, "volkanik gazlar ve şimşekler DNA'yı
ve sonra da hayatı meydana getirdi!" gibi bir masala inanmak zorunda bırakmıştır.
Darwinistlere göre en ileri teknoloji, en gelişmiş laboratuvar ve yüzyılların
bilgi birikimi ile dahi bir benzeri yapılamamış canlı hücrelerin milyonlarcası,
tesadüf eseri biraraya gelerek son derece hayati sorumluluklar taşıyan organları
inşa etmişlerdir. Üstelik bu organlar da kusursuz bir koordinasyon içinde çalışarak
insan vücudunu oluşturmuş ve kendi kendilerine onu canlı tutma sorumluluğu
kazanmışlardır. Bu Darwinist hikayelerin bilimsel bir desteği olmadığı gibi, akıl
ve mantıkla da açıkça çelişmektedir. Kendisi de evrimci olan Fransız bilim adamı
Pierre Paul Grasse, içinde bulundukları çıkmaza şöyle dikkat çekmektedir:
...
bazı insanlar taraflı oldukları için kasten gerçekleri görmezden gelirler ve
kendi inançlarının yetersizliklerini ve yanlışlığını inkar ederler.174
İngiltere
Salford Üniversitesi'nden Doç. L. R. Croft How Life Began (Hayat Nasıl
Başladı) adlı kitabında, evrimcilerin teorinin içinde bulunduğu açmazı nasıl
önemsemediklerine şöyle değinmektedir:
En
temel sorulardan biri olan hayatın kökeni, evrimci sorgulamaların asıl çıkış
noktasıdır. Fakat yine de evrimciler bu soruya yeteri kadar önem vermezler...
hayatın kökeni konusu üzerinde pek durulmamıştır. Darwin'in kendisi de bu
konuyu hafife almıştır...175
Darwinistler,
moleküler düzeyde gerçekleştiği iddia edilen sözde evrimsel oluşumlardan
hiçbirisini ispatlayabilmiş değildir. Bilimin ilerlemesi ise bu sorulara cevap
üretmek bir yana, soruları evrimciler açısından daha da kompleks ve içinden çıkılamaz
hale getirmiştir. Yapı ve özellikleriyle DNA gibi bir molekülün, evrimcilerin
öne sürdüğü gibi rastlantılar sonucu oluşmasının ne derece mantık dışı olduğunu,
ilerleyen satırlarda bilim adamlarının açıklamalarında ve bizzat evrimcilerin
itiraflarında göreceğiz.
Genetik
Bilginin Kökeni, Bilim Adamları İçin Hala Bilinmeyendir
DNA ile ilgili edinilen tüm bilgilere rağmen, bilim adamları, bilgilerinin halen çok yetersiz olduğunu dile getirmektedirler. Gözle görülmeyen boyutta, gizlenmiş genom mucizesi, Allah'ın yaratma sanatının örneklerinden sadece biridir. |
Hücrenin
kompleks yapısının en kapsamlı bölümünü, genetik yapısını belirleyen DNA oluşturmaktadır.
Bilim adamları DNA'nın yapısı, şifrelenmesi hakkında yaptıkları uzun yılları
kapsayan araştırmalara, harcadıkları büyük servetlere karşın, daha yeni kayda
değer bilgiler edinmekteler. Ancak hücrenin genetik yapısındaki mükemmellik,
halen büyük bir sır olma özelliğini korumaktadır. DNA'nın kompleks yapısı,
içerdiği hayati ve yüksek kapasitedeki bilgi, hayatın oluşumunu tesadüflerle açıklamak
isteyenleri çaresizliğe sürükleyen konuların başında gelmektedir. Tanınmış bir
evrimci olan biyokimyacı Leslie Orgel bu konudaki düşüncelerini şöyle ifade
etmektedir:
Genetik
şifrenin kökeninin genel özelliklerini bile hala anlayabilmiş değiliz...
Genetik şifrenin kökeni, hayatın kökeni probleminin en şaşırtıcı yönüdür.176
Nükleer
fizikçi Prof. Gerald Schroeder, DNA'daki kodlamanın nasıl gerçekleştiği
konusundaki bilgi yetersizliğine şöyle değinmektedir:
… Ve
eğer fosil kayıtları bize doğruyu söylüyorsa, DNA'daki bilgiye dünyadaki hayatın
en ilk safhalarında dahi rastlanmaktadır. Bütün hayatın ortaya çıkmasına
sebebiyet veren kodlamanın nasıl gerçekleştiği ise, hala bilinmemektedir.
Ortaya çıkardığı ürünün kompleksliği düşünüldüğünde, bu muammanın boyutları
daha iyi anlaşılmaktadır.177
Ünlü
bilim dergilerinden Science'ta yazar olan Jon Cohen ise, yayınlanan bir
makalesinde DNA'daki düzenli yapının mükemmelliğine şöyle değinmektedir:
Neden
DNA ve RNA'daki şeker molekülleri, bilinen tüm canlılarda sağa doğru sarılmaktadır?
Benzer bir şekilde proteinleri oluşturan tüm amino asitler de, sola doğru bükük
olarak düzenlenmiştir. Bu moleküllerin neden böyle muntazam bir düzene sahip
olduğu bilinmemektedir, ama konu üzerinde yazılan teoriler az değildir. Konu
Los Angeles'taki bir toplantıda ele alındığında, konunun açıklığa kavuşması
için gösterilen hırs ve istek hiç de az değildi. Bu anlaşılabilir bir duyguydu;
çünkü bu soru tüm bilimsel sırların temelinden bahsetmekteydi; hayatın kökeni.178
Almanya'daki
Johannes Gutenberg Üniversitesi Biyokimya Enstitüsü Başkanı Prof. Klaus Dose,
"Hayatın Kökeni: Cevaptan Çok Soru Var" adlı makalesinde,
evrimcilerin içinde bulunduğu çaresizliği itiraf edenlerden sadece biridir:
...
hücrenin genetik bilgisinin kökeninin nereden kaynaklandığını bilmiyoruz, ilk
kendisini kopyalayabilen nükleik asitler nasıl evrimleşti ya da günümüz
hücrelerindeki son derece kompleks yapı-fonksiyon ilişkisi nasıl var oldu?179
Evrimci
yayınlardan Nature dergisinin eski editörlerinden John Maddox da,
"Genetik şifrenin kökeninin, hayatın kökeni gibi hala karanlıkta kaldığını
görmek üzüntü verici."180 demektedir. Ancak gerçekte
genetik kodun kökeni belirsiz değil, aksine çok açıktır. Genetik kod, Allah'ın
yaratmasındaki mükemmelliği sergileyen örneklerden sadece biridir. Kuran'da
Allah'ın yaratması şöyle bildirilmektedir:
...
Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt)
göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve
çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz
(uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
(Mülk Suresi, 3-4)
Genetik
Bilginin Kökeni Tesadüflerle Açıklanamaz
Evrimcilerin
izahlarına baktığımızda, karşılaştığımız her mükemmelliği "tesadüflerin
ürünü" olarak açıklamaya çalıştıklarını görürüz. Hücrenin kompleks yapısı
da evrimciler için tesadüflerin üstün bir başarısı (!), isabetli seçimlerinin
(!) bir sonucudur. Darwinistler herşeyin yaratıcısı kabul ettikleri tesadüfün
ne olduğunu düşünmeksizin, bu belirsizliğin ilk hücreyi oluşturduğunu
varsayarlar ve bütün teorilerini bu hücre üzerine kurarlar. Ancak değil hücre,
en basit organizma bile evrimcilerin varsaydığı gibi tesadüfen olamaz. Londra
Üniversitesi'nden hücre biyoloğu Dr. Ambrose, bu imkansızlığı şöyle ifade
etmektedir:
En
basit tek hücreli kompleks organizma bile, o kadar kompleks DNA zincirlerine
sahiptir ki, bu düzenlemenin olasılığı 102.000.000 (birin arkasında
2 milyon sıfırla ifade edilir) da bir gibi hayal edilemeyecek bir ihtimale
sahiptir.181
Matematik
bilimi bugün DNA'da yazılı bilgilerin oluşumunda tesadüfe yer olmadığını kanıtlamaktadır.
Değil milyonlarca basamaktan oluşan DNA molekülünün, DNA'yı oluşturan 30.000
genden tek bir tanesinin bile tesadüfen oluşabilme ihtimali, imkansız tanımının
dahi zayıf kaldığı bir durumdur. Evrimci bir biyolog olan Frank B. Salisbury bu
imkansızlıkla ilgili olarak şunları söylemektedir:
Orta
büyüklükteki bir protein molekülü, yaklaşık 300 amino asit içerir. Bunu kontrol
eden DNA zincirinde ise, yaklaşık 1.000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA
zincirinde dört çeşit nükleotid bulunduğu hatırlanırsa, 1.000 nükleotidlik bir
dizi, 4 üzeri 1000 farklı şekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesabıyla
bulunan bu rakam ise, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir. 41000'de
1, "küçük bir logaritma hesabı" sonucunda, 10600'de 1
anlamına gelir. Bu sayı 10'un yanına 600 sıfır eklenmesiyle elde edilir. 10'un
yanında 12 tane sıfır 1 trilyonu ifade ederken, 600 tane sıfırlı bir rakamın
gerçekten de kavranması pek mümkün değildir.182
Dolayısıyla
ortamda bütün gerekli nükleotidlerin bulunduğunu, bunların aralarında bağlanması
için gereken bütün kompleks moleküllerin ve bağlayıcı enzimlerin hepsinin hazır
olduğunu farz etsek bile, bu nükleotidlerin istenen sırada dizilmesi ihtimali
10 üzeri 600'de 1 ihtimal demektir. Kısaca insan vücudundaki ortalama bir
proteinin DNA'daki şifresinin tesadüf eseri kendi kendine oluşma ihtimali,
10'un yanında 600 tane sıfır olan sayıda 1'dir. Bu astronomik olmanın da ötesindeki
sayı ise, pratik olarak "0" ihtimal anlamına gelir. Darwin Was
Wrong: A Study in Probabilities (Darwin Hatalıydı: Olasılıklar İçinde Bir İnceleme)
adlı kitabın yazarı I. L. Cohen de, genetik bilginin tesadüf eseri ortaya çıkmış
olamayacağını şöyle açıklamaktadır:
Matematikçiler
1050'nin ötesinde herhangi bir rakamın istatistik olarak meydana
gelme olasılığını sıfır olarak kabul ediyorlar. En küçük tek hücreli bakteri de
dahil olmak üzere bildiğimiz herhangi bir tür, 100 veya 1.000'den çok daha fazla
nükleotide sahip. Aslında tek hücreli bakterinin belirli bir dizilime sahip
3.000.000 kadar nükleotidi bulunuyor. Bu da bilinen herhangi türde bir canlının
rastgele tesadüfler ya da rastgele mutasyonlar (evrimcilerin en sevdiği ifade)
sonucu meydana gelme olasılığı olmadığını gösteriyor.183
Nükleotidlerin
tesadüfen biraraya gelerek RNA ve DNA'yı oluşturmalarının imkansızlığını,
evrimci Fransız bilim adamı Paul Auger de şöyle ifade etmektedir:
Rastgele
kimyasal olaylar sayesinde, nükleotidler gibi karmaşık moleküllerin ortaya çıkışı
konusunda, bence iki aşamayı net bir biçimde birbirinden ayırmamız gerekir; tek
tek nükleotidlerin üretilmesi ... ve bunların çok özel seriler halinde
birbirine bağlanmaları. İşte bu ikincisi, olanaksızdır.184
Bu
imkansızlığı çok basitleştirilmiş şöyle bir örnek üzerinden düşünebiliriz.
Odadaki bir patlama sonucu ortaya edebi bir eserin, üstelik de sayfaları
ciltlenmiş olarak çıkmayacağı açıktır. Bunun tesadüfen kendiliğinden oluştuğunu
iddia eden bir kimse ile karşılaşsanız, ilk olarak bu kişinin aklından şüphe
edersiniz. Ancak evrimcilerin tesadüflerin başardığını iddia ettikleri şey, bu
örnekteki imkansızlıktan çok daha büyüktür. Ancak tesadüf iddialarının her
türlü mantıksızlığına ve imkansızlığına rağmen, Darwin'in mirasına körü körüne
bir sadakat içinde olanlar, "tesadüfler yine de bunu başarır"
demektedirler. Evrim teorisinin geçersizliğini anlatan Evolution: A Theory
in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) adlı kitabın yazarı, ünlü
moleküler biyolog Profesör Michael Denton, işte bu benzersiz mükemmelliği
tesadüflere dayandırmak isteyenlere karşı duyduğu hayreti şöyle ifade
etmektedir:
Genel
evrim için gerekli olan tesadüfi yapısal ayarlamalar, mantıksal felaketlerdir.
Yalnızca birkaç yüz kelimeden oluşan bir metni tesadüfen gramer kurallarına
uygun olarak üretme ihtimalinin yok denecek kadar küçük olduğunu söylemek, olayın
önemini olduğundan daha düşük göstermektir. Bu tür herhangi bir dizilim, aklın
varlığını göstermektedir... Tesadüfi süreçlerin gerçekliğine ya da tesadüflerin,
insan aklının ürettiği herhangi bir şeyden çok daha kompleks olan işlevsel bir
protein ya da genin, en küçük parçasını oluşturabileceğine gerçekten inanılabilir
mi?185
Prof.
Michael Denton, Darwinistler'in bu akıl dışı inancını bir başka sözünde ise şöyle
anlatmaktadır:
Yüksek
organizmaların genetik programlarının yapısı, milyarlarca bit (bilgisayar
birimi) bilgiye ya da bin ciltlik küçük bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin
dizilimine eş değerdir. Bu denli kompleks organizmaları oluşturan trilyonlarca
hücrenin gelişimini belirleyen, emreden ve kontrol eden sayısız karmaşık işlevin
tamamen rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmek ise,
insan aklına yönelik bir saldırıdır. Ama bir Darwinist, bu düşünceyi en ufak
bir şüphe belirtisi bile göstermeden kabul eder!186
Cambridge
Üniversitesi'nden felsefeci Dr. Stephen C. Meyer de, hayatın kökeni ile ilgili
tesadüfe dayalı açıklamaların, itibar edilecek türden olmadıklarını şöyle ifade
etmektedir:
Hayatın
kökeni dışındaki biyoloji sahalarında hala biyolojik bilginin kökeni için
tesadüf, nedensel bir açıklama olarak kabul edilebilir, fakat bunu birkaç araştırmacı
dışında kimse ciddiyetle desteklemiyor. 1950'li ve 1960'lı yıllarda moleküler
biyologlar, proteinlerin ve nükleik asitlerin dizilimlerindeki kendine has
özelliği takdir etmeye başladıklarından beri, işlevsel proteinleri ve nükleik
asitleri tesadüfi olarak oluşturma olasılığı hesaplanmıştır. İlkel koşulların
avantajlı olduğu varsayılsa bile (gerçekçi ya da değil)... biyolojik makromoleküllerin
yararlı dizilime tesadüfen sahip olma ihtimali, Ilya Prigogine'nin
kelimeleriyle, "yok denecek kadar az... hatta... milyarlarca yıllık zaman
ölçeğinde bile."187
Bu
ihtimallerin imkansızlığını evrimciler de bilmelerine rağmen, gerçekler karşısında
direnmektedirler. Bu gerçek; DNA'nın yapısındaki komplekslik ve mükemmelliğin
ancak üstün bilgi ve akıl sahibi bir Yaratıcının -Yüce Rabbimizin- varlığıyla
açıklanabileceğidir. Bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Hakkı
batıl ile örtmeyin ve hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) siz (gerçeği) biliyorsunuz.
(Bakara Suresi, 42)
DNA'nın
Varlığı Tek Başına Hiçbir İşe Yaramaz
Genetik
sistem yalnızca DNA'dan ibaret değildir. DNA'dan bu şifreyi okuyacak enzimler,
bu şifrelerin okunmasıyla üretilecek mesajcı RNA, mesajcı RNA'nın bu şifreyle
gidip üretim için üzerine bağlanacağı ribozom, ribozoma üretimde kullanılacak
amino asitleri taşıyacak bir taşıyıcı RNA ve bunlar gibi sayısız ara işlemleri
sağlayan son derece kompleks enzimlerin de aynı ortamda bulunması gerekir. Ayrıca
böyle bir ortam, ancak hücre gibi, gerekli tüm hammadde ve enerji imkanlarının
bulunduğu, her yönden izole edilmiş ve tamamen kontrollü bir ortamdan başkası
olamaz...
A. Hücrenin Kompleks Yapısı | ||
1. Kromozomlar | 11. Çekirdek | 21. Araya giren mRNA |
The genetic system does not consist of DNA alone. in order for life to exist, there must also be enzymes to read the DNA chain, copy it and produce proteins in accord with these copies. This very important characteristic is referred to as the cell's "irreducible complexity." |
Sonuçta
bir organik madde, ancak bütün organelleriyle birlikte tam teşekküllü bir hücre
olarak var olduğu takdirde kendini çoğaltabilir. Bu da hücrenin, olağanüstü
derecedeki kompleks yapısıyla, "bir anda" var olması anlamına
gelmektedir. Nobel ödüllü Fransız biyolog Jacques Monod, Chance and
Necessity (Tesadüf ve Gereklilik) adlı kitabında bu konuyu şöyle açıklamaktadır:
Modern
hücrede genetik bilginin okunması için faaliyette bulunan mekanizmada, en az
elli makromolekül bileşen bulunuyor. Fakat bunların kendisi de DNA'da şifrelenmiş:
şifre, okuma sonucunda elde edilen ürünler olmaksızın okunamıyor. Bu, omne
vivium ex ovo ["Bütün hayat bir yumurtadan gelir" şeklindeki
Latin atasözü] ifadesinin çağdaş yorumu. Bu döngü ne zaman kapandı? Hayal
etmesi gerçekten zor.188
Bir
başka Nobel ödülü sahibi olan Fransız bilim adamı Andre Lwoff da, hücre
içindeki her molekülün birbirleri ile bağlantılı çalışan bir bütünün parçası
olduklarını ifade etmektedir:
Bir
organizma, birbiriyle bağlantılı yapıların ve fonksiyonların oluşturduğu bir
sistemdir. Hücrelerden oluşur ve hücreler de kusursuzca iş birliği yapan
moleküllerden yapılmıştır. Her molekül, diğerlerinin ne yaptığını bilmelidir.
Mesajları alabilmeli ve onlara göre hareket edebilmelidir.189
1. Ribozom |
İlkel hücreden kompleks hücreye geçiş iddiası hayalden ibarettir. Yaşam için gerekli kompleks moleküllerin hepsinin aynı anda ve birarada bulunması gerekir. Hücrenin varlığını sürdürmesi için de, daha en başından bütün parçalarıyla eksiksiz ve kusursuz bir bütün halinde olması zorunludur. |
Olasılık
hesapları, proteinler ve nükleik asitler (RNA ve DNA) gibi kompleks
moleküllerin tek tek tesadüfen oluşmalarının imkansız olduğunu göstermektedir.
Ancak evrimciler için daha da büyük sorun, yaşam için bu kompleks moleküllerin
hepsinin aynı anda ve birarada bulunması zorunluluğudur. Bu gerçek karşısında
evrim teorisi tümüyle çaresizdir. Kimi zaman bu konu evrimcilerin itiraflarında
da yer almaktadır. Bunlardan biri, çeşitli alanlarda profesörlük yapan Indiana
Üniversitesi'nden Douglas R. Hofstadter'dir:
Nasıl
oldu da genetik bilgi, onu yorumlayan mekanizmalarla (ribozomlar ve RNA
molekülleri ile) birlikte ortaya çıktı? Bu soru karşısında kendimizi bir
cevapla değil, hayranlık ve şaşkınlık duyguları ile tatmin etmemiz gerekiyor.190
Aynı
gerçek, evrimci görüşlere sahip 20. yüzyıl bilim felsefecilerinden Prof. Karl
Raimund Popper tarafından da kabul edilir. Prof. Popper bu açmazı şöyle tarif
etmektedir:
Genetik
kodun kökeni ile ilgili problem sadece bundan ibaret değildir. Kodun var olması
demek bu bilgiyi almak ve kullanmak anlamına gelir; aksi takdirde DNA içinde
kayıtlı olan bilgi gereksiz olurdu. Bilgiyi almak ve kullanmanın anlamı ise,
enzim ve ribozomların bilgiyi kopyalaması ve tercüme etmesidir. Hücre, bu enzim
ve ribozomları yapması gerektiğini nereden biliyordu? Cevap: genetik kodda kayıtlı
olan bilgiden.191
Prof.
Popper'ın dikkat çektiği gibi, hücrenin tüm yapı taşları, organellerine ait
bilgiler, DNA'da kayıtlı bulunmaktadır. Diğer taraftan DNA'daki bilginin kullanılması
için söz konusu yapı taşlarının, organellerin bulunması da zorunludur. Bu durum
çok açık bir şekilde evrim teorisinin aşamalı oluşum iddialarını çürütmektedir.
Çünkü DNA'da kodlu bilgi olmadan söz konusu organeller var olamaz; aynı şekilde
söz konusu organeller var olmadan, DNA'da kodlu bilgi kullanıma geçirilemez.
Yani her ikisinin aynı anda var olması gerekmektedir. Dolayısıyla ilkel
hücreden kompleks hücreye geçiş iddiası hayalden ibarettir. Zoolog Prof. David
E. Green ve biyokimyacı Prof. Robert F. Goldberger, evrimci görüşlerine rağmen,
bilimsel bir yayındaki yazılarında şöyle belirtmektedirler:
İlkel
hücrelerin, türlerin kökeni için başlangıç noktası olduğu konusundaki yaygın
fikir gerçekten de hatalıdır. Bu hücreler hakkında işlevsel olarak ilkel olan
hiçbir şey yoktur. Bu hücreler, günümüzdeki örnekleri gibi aynı biyokimyasal
ekipmanı içermekteydiler. Peki daha sonraki hücreler nasıl ortaya çıkmıştı? Bu
soruya verilecek tek anlamlı cevap, nasıl olduğunu bilmediğimizdir.192
Tüm
canlılığı "tesadüf" cevabıyla açıklamaya kalkan evrim teorisi, DNA'da
özenle ve kusursuzca kodlanmış bulunan olağanüstü bilginin kaynağını asla izah
edememektedir. Kaldı ki konu DNA zincirinin nasıl ortaya çıktığı sorusundan
ibaret değildir. Çünkü DNA zinciri, daha önce de belirttiğimiz gibi, içindeki
olağanüstü bilgi kapasitesi ile birlikte var olsa bile, bu tek başına hiçbir şeye
yaramamaktadır. Canlılıktan söz edilebilmesi için, mutlaka bir de bu DNA
zincirini okuyan, kopyalayan ve bu kopyalara göre proteinler üreten enzimlerin
bulunması gerekir. Yani canlılıktan söz edilmesi için, hem DNA adı verilen
bilgi bankasının hem de bu bankadaki bilgileri okuyarak üretim yapacak
makinaların var olması gerekmektedir. Bu hücrenin "indirgenemez
komplekslik" olarak açıklanan çok önemli bir özelliğidir. Prof. Frank B.
Salisbury hücredeki bu kompleksliği şöyle dile getirmektedir:
Şimdi
hücrenin bizim hayal ettiğimizden çok daha kompleks olduğunu biliyoruz. Her
biri kendi içinde kompleks makineler olan, binlerce enzimin faaliyetini içerir.
Dahası, her enzim bir DNA şeritini oluşturan gene karşılık meydana gelir. Bu
genin bilgi içeriği ve kompleksliği kontrol ettiği enzim kadar müthiş olmalıdır.193
Sonuç
olarak, iç içe geçmiş, her parçası birbiriyle bağlantılı sistemlerden oluşan
canlı hücresinin, tek bir organelinin bile eksikliği, o hücrenin çalışmaması
anlamına gelir. Hücrenin böylesine hayati bir eksikliği zaman içinde telafi
edecek, sözde evrim süreci ile tamamlayacak bekleme lüksü yoktur. Dolayısıyla
milyonlarca sene rastlantıların küçük küçük parçaları biraraya getirmesiyle,
bir canlı hücrenin oluşması mümkün değildir. Hücre, her parçasının aşamalarla
oluşmasına imkan vermeyecek kompleks bir bütünlüğe sahiptir. Hücrenin varlığını
sürdürmesi için, daha en başından bütün parçalarıyla eksiksiz ve kusursuz bir
bütün halinde olması zorunludur. Bu durum da, evrim teorisi için aşılması
mümkün olmayan açmazlardan biridir.
Hangisi
Önce Problemi: Protein mi, Yoksa DNA mı?
Şekilde "lösin fermuarı" denilen protein görülmektedir. "Ana fermuar protein" de denilen, bu yapılar, normal gelişim açısından son derece önemlidir. DNA'nın kopyalanmasında düzenleyici rol oynarlar. Mutasyona uğramaları durumunda ise kanser görülebilir. |
DNA
ile ilgili en çarpıcı konulardan biri de, DNA'yı okuyup ona göre üretim yapan
enzimlerin de yine DNA'daki şifrelere göre üretilmeleridir. Bunun anlamı şudur:
Hücrenin içinde öyle bir fabrika vardır ki, bu fabrika hem çok çeşitli ürünler
üretmekte, hem de bir taraftan bu üretimi yapan robot ve makineleri de inşa
etmektedir. Tek bir noktasında eksiklik olsa işe yaramayacak olan bu sistemin,
nasıl ortaya çıktığı sorusu ise, evrim teorisini tek başına yıkmaya yeterlidir.
DNA'nın
yalnız protein yapısındaki birtakım enzimlerin yardımı ile kopyalanabilmesi ve
bu enzimlerin sentezinin de, ancak DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşmesi,
protein ve DNA'nın birbirine bağımlı olduklarını gösterir. Dolayısıyla DNA'nın
kopyalanabilmesi için, en baştan hem proteinin hem de DNA'nın aynı anda var
olmaları gerekir. Bilim yazarı John Horgan bu ikilemi şöyle açıklamaktadır:
...
DNA, katalitik proteinlerin ve enzimlerin yardımı olmadan, yaptığı işi yapamaz.
Kısacası DNA olmadan proteinler var olmaz, ama DNA da proteinler olmadığı
durumda oluşmaz.194
Moleküler
biyolog Michael Denton'a göre, "Proteinler birçok şey yapabiliyor, fakat kendi inşaları için
gerekli olan bilgiyi saklayamıyor veya aktaramıyorlar. Diğer yandan DNA bilgiyi
saklayabiliyor, fakat hiçbir şey üretemiyor veya kendisini çoğaltamıyor. Bu
nedenle DNA'nın proteinlere, proteinlerin de DNA'ya ihtiyacı var. Bu kırılamaz
bir döngü halinde, yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan paradoksunu andırıyor."195
Andrew Scott da, New Scientist dergisindeki bir makalesinde,
proteinlerin ve genetik kodun birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini şöyle açıklamaktadır:
Klasik
"tavuk ve yumurta" ikilemi ile uğraşıyoruz. Nükleik asitler
proteinleri yapmak için gereklidir; proteinler de nükleik asitleri yapmak ve
böylece aynı zamanda nükleik asitlerin protein üretim sürecinde kendisini
yönlendirmesini sağlamak için gereklidir... Cansız atomlardan bizim oluşumumuz
yolunda, kesinlikle hayati bir aşama olan, gen-protein bağlantısının ortaya çıkışı,
neredeyse tamamen karanlık içinde gizlenmiştir.196
Bu
durum, canlılığın rastlantılarla oluşması senaryosunu, bir kez daha geçersiz kılmaktadır.
Amerikalı kimyacı Prof. Homer Jacobson ise, bu konuda şöyle demektedir:
[Hayat
başladığı zaman], üreme planları, çevreden madde ve enerji sağlama, gelişim sırası
ve tüm bunların gelişimi için bilgileri tercüme edecek mekanizmaya dair
talimatların, o anda ve birarada bulunmaları gerekmektedir. Bunların hepsinin
kombinasyonu tesadüfen gerçekleşemez.197
Prof.
Jacobson bu ifadeleri, James Watson ve Francis Crick tarafından DNA'nın yapısının
aydınlatılmasından iki yıl sonra yazmıştı. Ancak bilimdeki tüm gelişmelere rağmen,
bu sorun evrimciler için hala çözümsüz olmaya devam etmektedir. Evrimci biyolog
Prof. Dr. Ali Demirsoy da, protein ve DNA'nın birlikte meydana gelme olasılığı
hakkında şu itirafı yapmak zorunda kalır:
Bir
proteinin ve çekirdek asidinin (DNA-RNA) oluşma ihtimali tahminlerin çok
ötesinde bir olasılıktır. Hatta belirli bir protein zincirinin ortaya çıkma
ihtimali astronomik denecek kadar azdır."198
Demirsoy'un
bahsettiği ihtimal ise pratikte sıfırdır. Evrimci Dr. Leslie Orgel ise, 1994
tarihli bir makalesinde aynı gerçek karşısında şöyle demektedir:
Son
derece kompleks yapılara sahip olan enzimlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve
DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede
ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir.
Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının, asla mümkün
olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır.199
"Hayatın
kimyasal yollarla ortaya çıkması imkansız" demek, "hayatın kendi
kendine oluşması imkansız" demektir. Bu gerçek, canlılığın bir anda yaratıldığının
açık bir ispatıdır. Ancak evrimciler açık delillerini gördükleri bu gerçeği,
ideolojik nedenlerle kabul etmezler. Allah'ın varlığını kabul etmemek için,
imkansız olduğunu kendilerinin de bildiği, saçma senaryoları savunurlar. Bir başka
evrimci Caryl P. Haskins, DNA şifresinin tesadüfen oluşmasının imkansızlığını
ve bu gerçeğin yaratılış için güçlü bir delil olduğunu şöyle ifade eder:
Biyokimyasal
genetik düzeyinde evrime ait en kapsamlı sorular hala cevaplandırılmamıştır.
Genetik şifre ilk kez nasıl ortaya çıkmıştı ve nasıl evrimleşmişti? Bugün yaşayan
tüm organizmalarda hem DNA'nın replikasyonu hem de DNA şifresinin etkili bir şekilde
çevirimi süreçleri, son derece kesin enzimlere gereksinim duymaktadır. Aynı
zamanda bu enzimlerin moleküler yapılarının DNA'nın kendisi tarafından kesin
bir şekilde belirtilmiş olması, dikkate değer evrimci bir gizemi ortaya çıkarmaktadır...
Şifre ve şifreyi çevirme yolları evrim sürecinde kendiliğinden mi ortaya çıkmıştı?
Böyle bir rastlantının gerçekleşmiş olabileceğine inanmak neredeyse akıl almazdır.
Bu bulmaca Darwin'den önceki dönemde olduğu gibi Darwin'den sonra da evrimden
kuşku duyanlar tarafından, özel yaratılış için en güçlü kanıt türü olarak
yorumlanmıştır.200
Tek
hücreli bir organizma bile, bilim adamlarının anlayışlarının ötesinde bir
kompleksliğe sahiptir. Çünkü bu küçük canlı da tek başına kopyasını oluşturabilen
muazzam kapasitede bir genetik kod içermektedir. Bu kod ise sadece düzen değil,
aynı zamanda yazılı bilgi de gerektiren bir yapıya sahiptir. Ayrıca bu DNA
kodunun sadece doğru olarak yazılması yeterli değildir. Aynı zamanda hücrenin
geri kalanı şifreli olarak yazılmış bu talimatları okuyup takip etmelidir.
Nitekim canlı varlıkların tümü, aldıkları bu direktifler neticesinde, son
derece organize işlemler yürüten kusursuz yapılara sahip olurlar.
Kuşkusuz
şuursuz hücre organellerinin bu kodların dilini kendi kendine öğrenmesi ya da
bunları tesadüf eseri çözmesi imkansızdır. Kodun var olması, çözülmesi,
buradaki bilginin aktarılması, doğru bir şekilde kullanılması... her aşaması
ayrı bilinç ve akıl gerektiren işlemlerdir. Peki hücredeki enzim ve ribozomlar
bu işlemleri yapmaları gerektiğini nereden bilmektedir? Bunu bildiklerini farz
etsek bile, bilmedikleri bir yapıdaki şifreleri hatasız olarak çözmeleri nasıl
mümkün olmaktadır? İşte bu noktada sorulan tüm sorular bir yandan evrimcilerin
açmazlarını vurgularken, bir yandan da yaratılıştaki üstün akıl ve ilmi
sergileyen gerçekleri ortaya koymaktadır. Kuran'da şöyle buyurulmaktadır:
Rabbin,
dilediğini yaratır ve seçer; seçim onlara ait değildir. Allah, onların ortak koştuklarından
münezzehtir, yücedir. Rabbin onların göğüslerinin sakladıklarını ve açığa
vurduklarını bilir. O, Allah'tır, kendisinden başka ilah yoktur. İlkte de,
sonda da hamd O'nundur. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz. (Kasas Suresi,
68-70)
Kimyasal
Evrim İddialarının Geçersizliği
Darwin,
sıcak bir gölün içinde yaşamın hammaddesi olan bazı kimyasallar bulunduğu
takdirde, proteinlerin oluşabileceğini, bunların da çoğalıp, birleşip, bir
hücre oluşturabileceklerini savunmuştu.201
Darwin'in
bu hayalini gerçekleştirmek ve hayatın kökenine sözde evrimsel bir açıklama
getirmek için çabalayan binlerce bilim adamı da bu çıkmaz yola girdiler.
Rus
biyokimyacı Alexander Oparin ve İngiliz genetikçi J. B. S. Haldane, 1920'lerde
"kimyasal evrim" olarak bilinen teoriyi ortaya attılar. Darwin'in
hayal ettiği gibi, yaşamın hammaddesi olan moleküllerin, enerji katkısıyla,
kendi kendilerine evrimleşip canlı bir hücre yapabileceğini iddia ettiler.
Ancak Oparin dahil hiçbir evrimci, bu "kimyasal evrim" iddiasını
destekleyecek bir bulgu ortaya koyamadı. Aksine, 20. yüzyılda yapılan her yeni
keşif, canlılığın kesinlikle rastlantılarla oluşamayacak kadar kompleks olduğunu
gösterdi. Ünlü evrimci Leslie Orgel, bu konuda şu itirafı yapmıştır:
"(DNA, RNA ve proteinlerin yapısı incelendiğinde) insan, yaşamın kimyasal
yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda
kalmaktadır."202
İnsanın
yapı taşı hücre bir yana, DNA'nın temel yapısındaki nükleotidlerin dahi,
tesadüfler sonucu, erken dünya koşullarında kimyasal özelliklerini koruması
mümkün değildir. Evrimci çizgide yayın yapan bilim dergilerinden Scientific
American'da yer alan şu satırlar, evrimcilerin bu konudaki itiraflarını
dile getirmektedir:
Muhtemel
ilkel dünya koşullarının taklit edildiği gerçekçi deneylerde, en basit
moleküller dahi, yalnızca az miktarlarda üretilmiştir. Daha da kötüsü, bu
moleküller, genellikle organik moleküllerin ikinci dereceden yapı taşlarıdır.
Normal etkileri gitgide daha kompleks organik karışımlar oluşturmak olan
jeokimyasal reaksiyonlar sonucunda, nasıl olup da moleküllerin ayrışabildikleri
ve saflaşabildikleri hala bir problem olarak durmaktadır. Biraz daha kompleks
moleküller için, bu zorluk hızla daha da büyür.203
Alman
bilim adamları Reinhard Junker ve Siegfried Scherer de, canlılık için gerekli
moleküllerin hepsinin sentezinin, ayrı ayrı koşullar gerektirdiğine dikkat
çekerler. Bu durum, Junker ve Scherer'e göre, yaşam için gereken birçok farklı
maddenin biraraya gelme olasılığının hiç olmadığını göstermektedir:
Kimyasal
evrim için gerekli tüm moleküllerin elde edileceği bir deney bilinmiyor. Dolayısıyla
çeşitli moleküllerin, değişik yerlerde, çok uygun koşullarda üretilip, hidroliz
(bir molekülün su etkisiyle ikiye ayrılmasını sağlayan tepkime) ve fotoliz
(suyun ışık enerjisi ile ayrıştırılması olayı) gibi zararlı etmenlere karşı
korunup, yeni bir reaksiyon bölgesine taşınması gerekmektedir. Burada
tesadüften bahsedilemez, çünkü böyle bir olayın gerçekleşme ihtimali yoktur.204
Dr.
John Keosian da The Origin of Life (Hayatın Kökeni) kitabında,
evrimcilerin içinde bulunduğu bu çaresizliği şu sözlerle itiraf etmektedir:
DNA'nın varlığından, ancak hücre tüm organelleriyle, eksiksiz mevcut olduğunda söz edilebilir. |
Kimyasal
evrim iddiaları gerçek dışıdır. Biyokimyasal bileşenlerin, biyokimyasal
tepkimelerin ve mekanizmaların, enerji metabolizmasının ve depolamasının,
belirli polimerleşmelerin, şifrelerin, transkripsiyon (DNA'daki genetik
bilginin, mRNA'ya aktarılması) ve translasyon (RNA'daki genetik bilginin
okunarak protein üretilmesi) mekanizmalarının ve daha birçok detayın, ilkel
suların içinde canlılar henüz ortaya çıkmadan önce, canlı vücudunda yapacakları
işlevler ile birlikte var olduklarına inanmamız bekleniyor. Kimyasal evrim
kendi içerisinde son bulmuştur. Çoğu zaman, yaşam dışı organik kimyasal
sentezlerde hiçbir şekilde meydana gelemeyecek, fakat canlılık için uygun koşullarda
düzenlenmiş uydurma ya da ustalıkla çarpıtılmış laboratuvar sentezleri ile karşımıza
çıkar… Ön yargılı kanaatlerimizi desteklediği için deneyleri, sonuçları ve yargıları
eleştirmeksizin kabul etmeye hazırız… Hayatın kökeni sorununa çözüm olarak,
günümüzde ortaya atılan yaklaşımlar ya konu dışıdır ya da kör bir noktada son
bulur. İşte kriz burada yatar…205
Kimyasal
evrim senaryosunun imkansızlığı, DNA molekülünün yapısı itibariyle de mümkün değildir.
Çünkü DNA molekülü kendi haline bırakıldığında kararlılığını yitirir, yani dış
etkenler molekülün yapısının kolaylıkla bozulmasına sebep olur. DNA'nın hücre
içerisinde kararlı olmasının nedeni, büyük ölçüde özelleşmiş enzimler tarafından
denetlenmesi ve tamir edilmesi sayesindedir. Hücre dışında, evrimcilerin iddia
ettiği gibi ilkel okyanusların içinde yüzer haldeyken DNA'nın molekül yapısını
koruması -kararlı kalması- mümkün değildir. Aksine bu molekülün, sözde ilkel
okyanus ortamında bozulma oranı, sentezlenme hızından çok daha fazla olacaktı.206
Kimyacı Dr. Charles B. Thaxton, Dr. Roger L. Olsen ve Prof. Walter L.
Bradley'in ortak çalışması olan The Mystery of Life's Origin (Hayatın
Kökeninin Gizemi) adlı kitaplarında, "Okyanus ortamındaki kimyasal
çorbada, RNA ve diğer temel biyomolekül sentezlerinin çok sayıda çapraz tepkime
nedeniyle, neredeyse her bir devirde kısa devre yapması olasıdır."
diyerek, yaşam için gerekli maddelerin kararlılığını koruyamayacaklarına değinmektedir.207
Nitekim
bir biyokimyacı DNA'yı hücreden ayırdığında veya laboratuvarda sentezlediğinde,
onu erimesine sebep olacak suyun içinde veya bulunduğu kavanozu oda sıcaklığında,
laboratuvar tezgahı üzerinde bırakmaz. Büyük olasılıkla ağzını sıkıca kapatıp
bir tüp içerisinde, nitrojen altında ve derin dondurucuda saklardı. Kaldı ki bu
koşullarda bile, molekül içerisindeki kimyasal bağlar yavaşça parçalanır ve
biyolojik etkinlik zaman içinde kaybolur.208
Evrimciler
sözde ilkel okyanus içerisinde ve doğal koşullar altında, DNA, RNA ve protein
moleküllerinin hızla yok edileceği gerçeğini, tümüyle görmezden gelmektedirler.
Dr. Carl Sagan The Origins of Prebiological Systems (Prebiyolojik
Sistemlerin Kökeni) adlı kitabında, hayatın kökeni ile ilgili mevcut senaryoların
makul olmadığını şöyle kabul etmektedir:
Tartıştığımız
problem çok geneldir. Organik moleküller üretmek için enerji kaynakları kullanıyoruz.
Fakat aynı enerji kaynaklarının, bu organik molekülleri yok edebileceği de anlaşılmıştır.
Organik kimyacı, tepkime ürünleri bozulmadan önce, bunları enerji kaynağından
hemen uzaklaştırabilir. Fakat hayatın kökeninden söz ettiğimizde, sentezle
birlikte, aynı zamanda bozulmaların da gerçekleştiğini ve bu ürünler hemen
uzaklaştırılmadıklarında, tepkimenin gidişatının farklı olacağını görmezden
gelmemeliyiz. Hayatın kökenini tekrar etmeye çalışırken, bu güçlükle bir şekilde
karşılaşmayacağımız makul senaryolar hayal etmek zorundayız!209
Burada
unutulmaması gereken, DNA'daki bilgiyi okuyacak, bu talimatları algılayıp
protein üretimi yapabilecek mekanizmaya sahip bir hücre dahi yokken, DNA'daki
bilginin bir anlamı olmayacağıdır. Evrimcilerin öne sürdüğü ilkel dünya koşullarında,
DNA molekülünün -her türlü imkansızlığa rağmen- kendiliğinden oluştuğunu farz
etsek bile, DNA'nın varlığı tek başına bir anlam taşımazdı. Prof. David E.
Green ve Prof. Robert F. Goldberger evrimci kimliklerine rağmen, hücrenin aşamalı
olarak kendiliğinden ortaya çıktığı görüşünün geçersizliğini şöyle ifade
etmektedirler:
…
makromolekülden hücreye geçiş, fantastik boyutlarda bir sıçramadır ve test
edilebilir bir hipotez değildir. Bu alanda herşey, varsayımlardan ibarettir.
Mevcut bilgiler, hücrelerin, bu gezegende kendiliğinden ortaya çıktığını,
gerçek olarak varsayacak bir temel oluşturmuyor.210
New York Times gazetesin bilim yazarı Nicholas Wade, Haziran 2000'de yayınlanan
"Hayatın Kökeni Daha Karanlık ve Daha Karmaşık Oluyor" adlı
makalesinde "Dünyada hayatın kökeniyle ilgili herşey bir sır ve ne kadar
çok şey bilinirse, bilmece de o kadar derinleşiyor." demektedir.211
Biyokimyacı Prof. Michael J. Behe ise, evrim senaryoları açısından bilimin
içinde bulunduğu durumu şöyle özetlemektedir:
Aslında
çoğu bilim adamı, hayatın başlangıcı konusunda bir açıklama yapamamaktadır. Diğer
taraftan bir kısım bilim adamları, hayatın kökeni konusunda, bu kitapta tarif
edilen büyük zorluklara rağmen, evrimin kolaylıkla açıklanabileceğini düşünmektedirler.
Bu garip durumun sebebi ise şöyledir: Kimyacılar hayatın kökeni senaryolarını
ölçümlerle ve deneylerle test etmektedirler. Ancak evrimci bilim adamları,
evrim senaryolarını ne ölçüm ne de deneylerle moleküler düzeyde test etmeye teşebbüs
etmemektedirler. İşte bu nedenle hayatın kökeni çalışmalarına hakim olan
evrimci biyoloji, deneyler yapılmadan önceki, 1950'lerdeki zihniyette tıkanıp
kalmıştır: Hayal gücü sınırsız kullanılarak. Biyokimyanın gelişmesiyle, aslında
evrim teorisinin kesinlikle açıklayamadığı bir dünya ortaya çıkmıştır ve bu
dünya canlıların tamamında mevcuttur. Darwin'in başlangıç noktası olan hayatın
kökeni ve görmenin kökeni, teori tarafından kesinlikle açıklanamamıştır.
Darwin, hiçbir zaman, hayatın en temel seviyesinde bile bulunan eşsiz
kompleksliği hayal edememiştir.212
Evrimcilerin
bir türlü anlamak istemedikleri nokta da budur: Darwin canlılığın kompleksliğini
öngöremeyecek kadar yüzeysel bilgilere sahip, sadece gözlemlerine dayanarak
yorum yürüten, amatör bir bilim adamıydı. Evrim teorisine körü körüne bir bağlılık
gösteren pek çok bilim adamı da, kendilerini bu cehaletin açmazı içinde
bulmaktadır. Gerek itibarlarını kaybetme endişesinden, gerek doğruları söyleme
cesareti gösterememekten, gerekse Allah'ın yaratışını kabul etmek istemedikleri
için toplu bir aldatmacanın parçası olmuşlardır. Ancak gerçekler öylesine açıktır
ki, kimi zaman itiraf dışında evrimcilerin de söyleyecek sözleri bulunmamaktadır.
Günümüz evrimcilerinden biri olmasına karşın, biyokimyacı Klaus Dose, hayatın
sözde ilkel ortamda kendiliğinden oluşmasının imkansızlığını şöyle kabul
etmektedir:
Bunun
ardından hala açıklanamamış bir bilmece var, yani genlerimizde yerleşik bilgi örneğinde
olduğu gibi, biyolojik bilginin kaynağı sorusu… Basit nükleotidlerin veya hatta
ilkel dünya koşullarında kopyalanabilen polinükleotidlerin kendiliğinden oluşması
ihtimali, bu alanda yapılan sayısız başarısız deney ışığında artık imkansız
olarak kabul edilmelidir.213
"Yaşamın
kimyasal yollarla ortaya çıkmasının imkansız olması" demek, "yaşamın
tesadüfen ortaya çıkması imkansız" demektir. Dolayısıyla yaşamın kökenini
tesadüfle açıklamaya kalkan evrim teorisi, daha ilk aşamada çökmektedir. Yaşamın
kökeni tesadüf olmadığına göre, bilim açıkça göstermektedir ki, yaşam kusursuz
bir şekilde yaratılmıştır. Yalnızca ilk canlılık değil, yeryüzündeki tüm farklı
canlı sınıflamaları ayrı ayrı yaratılmışlardır. Nitekim fosil kayıtları bu
hususu doğrulamakta, tüm türlerin yeryüzünde bir anda ve özgün yapılarıyla
ortaya çıktıklarını, hiçbir evrim süreci geçirmeden yaratıldıklarını
göstermektedir.
Bilinçli
Olarak Yönlendirilmiş Deneyler, Evrim Teorisine Kanıt Olamaz
Hayatın
kökeni ile ilgili deneylerden bahsedildiğinde ilk olarak akla Miller deneyi
gelir. Evrimci kaynaklarda, hayatın kökenini aydınlattığı iddiasıyla sözde bir
delil olarak gösterilir. Ancak deneyin detayları -gerçekleri yansıtmayan koşulları-
çoğu zaman göz ardı edilir. Amerikalı kimyacı Stanley Miller, kendi oluşturduğu
ve erken dünya atmosferi ile ilgisi olmayan suni koşullarda deneyini gerçekleştirmiştir.
Sonuç olarak Stanley Miller'ın amino asit sentezi, gerçekleri yansıtmayan bir
ortam esas alınarak yapıldığı için, bilimsel bir bulgu ortaya koymamaktadır.
Ayrıca
Miller bu deneyde, sadece amino asit sentezleyebilmiştir. Ancak herhangi bir şekilde
amino asit oluşması, kesinlikle canlılık oluşması demek değildir. Amino
asitler, vücudun en temel malzemeleri olan proteinlerin yapı taşlarıdır.
Yüzlerce amino asit, hücre içinde belirli bir sırayla birleştirilir ve böylece
proteinler yapılır. Hücreler de ortalama birkaç bin ayrı türde proteinden
meydana gelir. Yani amino asitler, canlıların en basit, en küçük parçalarıdır.
Miller'in deneyinin geçerli olmadığı, ilerleyen yıllarda pek çok bilimsel yayına
da konu olmuştur.214 (Detaylı bilgi için bkz. Harun
Yahya, Evrim Aldatmacası, Araştırma Yayıncılık)
1. Elektrik enerjisi |
Urey-Miller deneyi ile birlikte, evrimciler canlşlşğşn yapş taşş olan amino asitlerin, sözde ilkel dünya şartlarşnda tesadüfen oluşabileceğinin ispatlandığını iddia ettiler. Ancak bu deney bugün pek çok açşdan geçersizliği kanştlanmşş ve evrimcilerin bile, artık savunmayş terk ettikleri bir konudur. |
Miller
deneyiyle evrimciler, aslında evrimi kendi elleriyle çürütmüşlerdir. Çünkü
deney, amino asitlerin ancak tüm koşulları özel olarak ayarlanmış bir
laboratuvar ortamında, bilinçli müdahalelerle elde edilebileceğini kanıtlamıştır.
Yani canlılığı ortaya çıkaran güç, bilinçsiz tesadüfler değil, "yaratılış"tır.
Evrimcilerin
bu açık gerçeği kabul etmemeleri, bilime tamamen aykırı birtakım ön yargılara
sahip olmalarından kaynaklanır. Nitekim Miller Deneyi'ni öğrencisi Stanley
Miller ile birlikte organize eden Harold Urey, bu konuda şu itirafı yapmıştır:
Yaşamın
kökeni konusunu araştıran bütün bizler, bu konuyu ne kadar çok incelersek
inceleyelim, hayatın herhangi bir yerde evrimleşmiş olamayacak kadar
kompleks olduğu sonucuna varıyoruz. (Ancak) Hepimiz bir inanç ifadesi
olarak, yaşamın bu gezegenin üzerinde ölü maddeden evrimleştiğine inanıyoruz.
Fakat kompleksliği o kadar büyük ki, nasıl evrimleştiğini hayal etmek bile
bizim için zor.215
Evrimcilerin
hayatın kökeni ile ilgili iddialarına delil gibi sundukları benzeri deneylerin
hiçbiri gerçekleri yansıtmamaktadır. Bunun yanı sıra asıl çelişki, evrimcilerin
bir yandan hayatın kökenini tesadüfi şuursuz etkilerle açıklarken, bir yandan
da deneylerini son derece planlı, bilinçli müdaheleler altında gerçekleştirmeleridir.
Dolayısıyla laboratuvarda oluşturdukları ortamda hiçbir şey rastgele değildir.
Aksine,
hayatın kökenine evrimci açıklama getirmek için yapılan tüm deneyler, bilinçli,
akıl ve bilgi sahibi bilim adamları tarafından, yüksek teknolojik donanıma
sahip, özel hazırlanmış laboratuvar koşullarında yapılmaktadır. Böylesine
kontrollü bir ortamda, genlerin çeşitli özel enzimler kullanılarak DNA'dan
kopartılması, birbirleri ile karıştırılması, daha sonra tekrar hücre içine
yerleştirilmesi, ardından faydalı olanların seçilmesi gibi aşamaların tesadüfi
etkileri yansıtmayacağı açıktır. Dolayısıyla evrimcilerin canlılığın kökeninde
akıl, bilinç ve bilgi bulunmadığı iddiası, geçersizliğini bir defa daha
göstermektedir. Moleküler biyolog Michael Behe Darwin's Black Box (Darwin'in
Kara Kutusu) adlı kitabında, konu ile ilgili şunları dile getirmektedir:
Buradaki
büyük problem şurada yatmaktadır: Kendileri de bir "yapı taşı" olan
her nükleotid, çeşitli parçalardan meydana gelmektedir ve bu parçaları oluşturan
süreçler, kimyasal anlamda uyumsuzdur. Bir kimyager laboratuvarında malzemeleri
ayrı ayrı sentezleyerek, bunları saf hale getirerek ve daha sonra birbirleriyle
tepkimeye sokarak kolaylıkla nükleotidleri elde edebilir. Ancak,
yönlendirilmeyen kimyasal reaksiyonlar, karşı konulamaz bir şekilde test
tüpünün dibinde istenmeyen ürünler ve şekilsiz karmakarışık maddelerle sonuçlanacaktır.216
Yapılan
tüm deneyler, aslında hayatın oluşumunun her aşamasında, bilinçli bir kontrolün
gerekliliğini kanıtlamaktadır. Prof. Werner Gitt evrime delil olarak sunulan
Miller deneyleri hakkında şunları ifade etmektedir:
Bu
tür bir deneyde hiçbir zaman bir protein sentezlenmemiştir. Bunlar proteinler
değil, proteinoidlerdir. Uzun bir amino asit zinciri ve doğru optik rotasyonu
(proteinlerin sol-elli olmalarını sağlamak için kimyada kullanılan bir yöntem)
olan gerçek bir protein elde etmiş olsalar bile bu, evrimin başlangıcı olamazdı.
Bu proteine ait bilginin saklanabileceği bir şifreleme sistemi olmalıdır ki,
sonraki aşamalarda kendini yenileyebilsin. Fakat... bir şifreleme sistemi asla
maddeden ortaya çıkamaz. Bu nedenle Miller deneyleri hayatın kökenini açıklama
konusunda hiçbir katkıda bulunmamaktadır.217
Ünlü
fizikçi Prof. Paul Davies ise daha en baştan, yapılan deneylerdeki yaklaşımın
hatalı olduğuna şöyle değinmektedir:
Canlı
hücre, en iyi süper bir bilgisayar olarak düşünülebilir. Şaşırtıcı
komplekslikteki bir bilgi işlem ve kopyalama sistemi. DNA, özel hayat veren bir
molekül değil. DNA, matematiksel kod kullanarak bilgisini ileten bir genetik
bankadır. Hücre ile ilgili çalışmaların çoğu, en iyi bilgisayar donanımı gibi
maddesel şeylerle değil de yazılım programı gibi bilgi ile tarif edilir. Bir
deney tüpünde kimyasalları karıştırarak hayat oluşturmaya çalışmak, düğmelerle
ve telleri leğimleyerek Windows 98 programını üretmeye benzer. Bu başarılı
olmaz, çünkü soruna yanlış kavramlar düzeyinde yaklaşılıyor.218
Tüm
bunlar göstermektedir ki, hücredeki herşeyin daha ilk andan itibaren yerli
yerinde, eksiksiz ve en mükemmel şekliyle bulunması zorunludur. En küçük bir
eksiklik ya da değişiklik hücrenin sonu anlamına gelecektir. Değil milyarlarca,
isterse trilyonlarca kere trilyonlarca sene sürsün, evrim teorisinin iddia ettiği
türden bir deneme yanılma sürecinin, canlı bir hücre meydana getirmesi mümkün
değildir. Bilinçsiz tesadüflerin, doğa olaylarının tek bir seferde, hücredeki
indirgenemez komplekslikteki yapıları ve sistemleri ortaya çıkarmış olmasının
ihtimal dışı olduğu, artık bilimsel bir gerçektir. Tüm bu gerçekleri
görmelerine rağmen tesadüflere ilahlık atfedenler, boş bir aldanıştadırlar. Allah bu kimselerin batıl inançlarını
Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Göklerin
ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi
yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. O'nun dışında,
hiçbir şeyi yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan, kendi nefislerine
bile ne zarar, ne yarar sağlayamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden
diriltip-yaymaya güçleri yetmeyen birtakım ilahlar edindiler. (Furkan Suresi,
2-3)
DNA'daki
Komplekslik Kendiliğinden Düzenlenemez
Fiziğin
en temel kanunlarından birisi olan "Termodinamiğin İkinci Kanunu",
evrende kendi haline, doğal şartlara bırakılan tüm sistemlerin, zamanla doğru
orantılı olarak düzensizliğe, dağınıklığa ve bozulmaya doğru gideceğini açıklar.
Canlı, cansız bütün herşey, zaman içinde aşınır, bozulur, çürür, parçalanır ve
dağılır. Bu, er ya da geç her varlığın karşılaşacağı mutlak sondur ve söz
konusu kanuna göre bu kaçınılmaz sürecin geri dönüşü yoktur. Sidney
Üniversitesi'nden biyolog Prof. Michael G. Pittman konu ile ilgili şunları dile
getirmektedir:
Zamanın
bir faydası olmaz. Canlı bir sistem dışında, biyo-moleküller zamanla tahrip
olur, gelişme göstermez. Çoğu zaman dayanabilecekleri süre birkaç gündür.
Zaman, kompleks sistemleri bozar. Uzun bir "kelime" (protein) veya
bir paragraf, tesadüfler sonucu oluşmuş olsa bile, zaman bunu yok edecektir. Ne
kadar çok zaman tanırsanız, bu parçaların kontrolsüz kimyasal ortamda kurtulma
ihtimali daha az olacaktır.219
Evrimciler,
termodinamiğin 2. kanunu ile evrimi uzlaştırma amacıyla, "açık
sistem" denilen, sürekli madde ve enerji giriş-çıkışı olan sistemlerde,
belli bir düzen oluşabileceğini ispatlamaya çalışmaktadırlar. Bu noktada, iki
kilit kavrama açıklık getirilmesi, evrimcilerin yanıltıcı yöntemlerinin ortaya
konması açısından önemlidir. Buradaki yanıltma, iki farklı kavramın
-"düzenli" ve "organize" kavramlarının- kasıtlı olarak karıştırılmasıdır.
Örneğin
rüzgar, tozlu bir odaya girdiğinde, daha önce yere tekdüze olarak yayılmış toz
tabakası odanın belli bir kenarına toplanabilir. Bu yine termodinamik anlamda eskisine
göre daha düzenli bir ortamdır, fakat toz parçacıkları hiçbir zaman rüzgarın
enerjisiyle 'kendi kendilerine organize olarak' odanın tabanında eksiksiz bir
insan resmi oluşturamazlar. Sonuç olarak doğal süreçlerle hiçbir zaman kompleks
ve organize sistemler meydana gelemez. Ancak zaman zaman yukarıdaki örneğe
benzer basit düzenlemeler oluşabilir. Bu düzenlemeler de belli sınırların
ötesine geçemezler.
Ne
var ki evrimciler, bu şekildeki doğal süreçlerle kendiliğinden ortaya çıkan
düzenlenme (self-ordering) olaylarını, evrimin çok önemli bir kanıtı gibi
sunmakta ve bunları sözde "kendini organize etme" (self-organization)
örnekleri gibi göstermektedirler. Bu kavram kargaşası sonucunda da, canlı
sistemlerin doğal olaylar ve kimyasal reaksiyonlar sonucunda kendiliğinden
meydana gelebileceğini öne sürmektedirler.
Resimde gördüğünüz tüm detaylar, bulunduklarş yere bir amaçla konmuştur. Her biri kullanşm kolaylşğş, estetik, simetri, uyum gibi pek çok yön düşünülerek yerleştirilmiştir. Mantık sahibi hiç kimse, bunun tersini -örneğin eşyaların pencereden esen rüzgarla zaman içinde tesadüf eseri yerleştiğini- iddia etmez. |
Halbuki
başta da belirttiğimiz gibi, organize sistemlerle düzenli sistemler
birbirlerinden tamamen farklı yapılardır. Düzenli sistemler basit sıralamalar,
tekrarlar şeklinde yapılar içerirken, organize sistemler iç içe geçmiş son
derece kompleks yapı ve işlevler içerirler. Ortaya çıkmaları için mutlaka
bilinç, bilgi ve akla ihtiyaç vardır. Aradaki bu önemli farkı evrimci bilim
adamlarından Jeffrey Wicken şöyle tarif eder:
"Organize"
sistemleri "düzenli" sistemlerden dikkatlice ayırt etmek gerekir. İki
sistemden hiçbiri "rastgele" değildir, ama düzenli sistemler basit
kalıplardan oluştukları için hiç komplekslik taşımazken, organize sistemler her
parçası yüksek bilgi içeren dış kaynaklı bir plana göre biraraya gelirler…
Organizasyon, bu yüzden işlevsel kompleksliktir ve bilgi taşır.220
Kendiliğinden
düzenlenme senaryolarının çıkmaz noktaları, DNA molekülünün yapısı incelendiğinde
kolaylıkla görülebilir. Biyokimya ve moleküler biyoloji alanındaki çalışmalar,
DNA, RNA gibi geniş bilgi içeren makro-moleküllerin özel dizilimini açıklayamamaktadır.
New York Üniversitesi'nde kimya profesörü ve DNA uzmanı olan Robert Shapiro,
evrimcilerin "maddenin kendi kendini organize etmesi" konusundaki
inançlarını ve bunun kökeninde yatan materyalist dogmayı şu şekilde açıklar:
Bizi
basit kimyasalların var olduğu bir karışımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya
RNA'ya) taşıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal
evrim" ya da "maddenin öz örgütlenmesi" (self-organization)
olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da
varlığı gösterilememiştir. Böyle bir prensibin varlığına, diyalektik
materyalizme bağlılık uğruna inanılır.221
Evrimcilerin
"öz örgütlenme" kavramıyla savundukları iddia, cansız maddenin kendi
kendini düzenleyip, organize edip, kompleks bir canlı varlık meydana
getirebileceği yönündeki inançtır. Bu kesinlikle bilime aykırı bir inançtır,
çünkü bütün gözlem ve deneyler, maddenin böyle bir yeteneği olmadığını göstermektedir.
Peki evrimciler neden hala "maddenin öz örgütlenmesi" gibi bilimsel
olmayan senaryolara inanmaktadırlar? Neden canlı sistemlerde açıkça görülen
yaratılış delillerini reddetme konusunda bu kadar ısrarcıdırlar?
Bu
soruların cevabı, evrim teorisinin asıl temeli olan materyalist felsefede
gizlidir. Materyalist felsefe, sadece maddenin varlığını kabul eder, bu durumda
canlılara da sadece maddeye dayalı bir açıklama getirilmesi gerekmektedir.
Evrim teorisi bu zorunluluktan doğmuştur ve her ne kadar bilime aykırı da olsa,
sırf bu zorunluluk uğruna savunulmaktadır.
Canlılığa
getirilebilecek tek açıklama yaratılıştır. Evrimciler Allah'ın varlığını inkar
etmek adına her türlü imkansızlığa ihtimal vermekte, her çıkmaz yolu
zorlamaktadır. Ancak gerçeklerden ne kadar kaçarlarsa kaçsınlar, karşılarında
her zaman Rabbimiz'in varlığının delillerini, yarattıklarındaki üstünlüğü
bulacaklardır. Kuran'da inkar edenlerin durumu şöyle bildirilmektedir:
İnkar
edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu
bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur.
(Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir.
(Nur Suresi, 39)
Neo-Darwinizm
Evrim Açmazına Bir Çözüm Olamaz
Neo-Darwinizm,
Darwin'in evrim teorisini, Avusturyalı biyolog Gregor Mendel'in genetik kalıtım
kanunları ile birleştirerek, bilimsel gelişmelere uydurarak ayakta tutma çabasıdır.
Modern sentez de denilen neo-Darwinizm, aslında Darwin'in cehaletini tüm açıklığıyla
ortaya koyan bir durumdur. Canlılardaki çeşitliliği doğal seleksiyonla açıklamaya
çalışan Darwin, canlılardaki özelliklerin kalıtım yoluyla sonraki nesillere
aktarıldığını bilmiyordu. Evrim teorisinin bu yeni versiyonu, bu cehaleti örtme
çabasının bir sonucudur. Ancak neo-Darwinistler, teoriyi her ne kadar güncelleştirmeye
çalışsalar da, baştan çürük temeller üzerine kurulu bir teori olduğu için,
amaçlarında başarılı olamamışlardır.
DNA'nın kopyalaması sırasında ortaya çıkan hatalar, olabilecek en küçük mutasyon olduğu için, neo-Darwinistler, bunu teorileri için kullanabileceklerini düşündüler. Günümüzde bu iddialarının geçersizliği anlaşılmıştır. |
Neo-Darwinistler
de Darwin gibi, canlılardaki çeşitliliğin kendiliğinden oluştuğunu ve tesadüfi
olduğunu öne sürdüler.222 Bu yanlış mantığın üzerine
ek olarak mutasyonları, evrimcilerin diğer bir deyişi ile tesadüfi genetik değişiklikleri,
canlılığın kaynağı olarak gösterdiler. DNA'nın kopyalaması sırasında ortaya çıkan
hatalar, olabilecek en küçük mutasyon olduğu için, neo-Darwinistler bunu
teorileri için kullanabileceklerini düşündüler.223 Fakat en küçük bir
kopyalama hatası bile -tek bir nükleotitteki değişiklik- son derece önemli
sonuçlar doğurmaktadır.
Neo-Darwinistler
küçük değişimlerin, genetik bilginin önce bir yerinde, sonra bir başka yerinde
gerçekleştiğini söylediler.224 Biyofizikçi Dr. Lee Spetner
"Neo-Darwinist teori er geç büyük değişimlerin olacağını ileri
sürmektedir. Bu, yeterince peni biriktirerek, milyoner olmak gibi bir şeydir."225
sözleriyle, teorinin gerçekçiliği olmadığını vurgulamaktadır.
Fransız
Bilimler Akademisi üyesi, Paris Üniversitesi'nden matematikçi, biyolog ve tıp
doktoru olan Prof. Marcel-Paul Schützenberger, neo-Darwinizm'i matematiksel
delillerle çürütmüş bir bilim adamıdır. Mathematical Challenges in the
Neo-Darwinian Interpretation of Evolution (Evrimin Neo-Darwinci Yorumuna
Matematiksel Meydan Okuma) adlı kitabında şöyle bir sonuca varmaktadır:
Neo-Darwinizm'in
evrim teorisinde ciddi bir boşluk olduğuna inanıyoruz. Ve inanıyoruz ki bu boşluk,
öyle bir doğaya sahiptir ki, günümüz biyoloji kavramı ile doldurulamayacak bir
boşluktur.226
1. RNA genomun tamamını kopyalar. 2. İntronlar aradan çıkarılır. 3. Sadece eksonlar birarada olacak gibi kesildiğinde, hücre ek yerine moleküler bir not ekler. 4. Ribozom bu kopyalanmış kısmı tararken, bu notları çıkarır. 5. Eğer ribozom son nottan evvel durursa, araya girmiş anlamsız bozulma için sinyal verir. 6. DUR 7. Ribozom |
Neo-Darwinizm'e
göre tesadüfi genetik mutasyonlar, evrim için hammaddeyi oluşturur. Ancak bugün
pek çok bilim adamının kabul ettiği gibi, canlılıktaki komplekslik düzeyi,
neo-Darwinizm'in varsaydığı deneme yanılma süreçleri ile elde edilemez. Dr. Lee
Spetner, "Varyasyonlar tesadüfi olsa da, genetik bilginin oluşumunu açıklayamamaktadır.
İhtimaller hemen hemen sıfırdır... Uyum sağlayıcı büyük bir genetik düzenin,
tesadüf eseri olduğunu düşünemezsiniz."227 sözleriyle bu imkansızlığı
dile getirmektedir.
Evrim
teorisinin canlılığın kökeni hakkında getirmeye çalıştığı her türlü "açıklama"
akıl ve bilim dışı iddialardır. Bu gerçeği kabul eden açık sözlü otoritelerden
biri, Fransız Bilimler Akademisi'nin eski başkanı olan ünlü Fransız zoolog
Pierre Grassé'dir. Grassé de bir evrimcidir, ancak Darwinist teorinin canlılığı
açıklayamadığını savunmakta ve Darwinizm'in temelini oluşturan "tesadüf"
mantığı hakkında şunları söylemektedir:
Tesadüfi
mutasyonların, havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladığına
inanmak gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir
bitki, tek bir hayvan, binlerce ve binlerce tam olması gerektiği şekilde faydalı
tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli,
inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir.
Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil
edilmemelidir.228
Tüm
bunlar bir yana, evrimcilerin, DNA'daki bilgileri zaman içinde artırdığını ve
çeşitlenmeye yol açtığını düşündükleri tesadüfi mutasyonlar, özellikleri
itibariyle Darwinistlerin açmazına bir çözüm olamaz. Öncelikle mutasyonlar,
canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve genetik bilgiyi taşıyan DNA
molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar
ve yer değiştirmelerdir, kısacası zararlı etkilerdir. Mutasyonlar DNA'yı oluşturan
nükleotidleri tahrip ettikleri ya da yerlerini değiştirdikleri için, çoğu zaman
hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda birtakım hasar ve değişikliklere sebep
olurlar. Örneğin X ışınları insan vücudunun derinlerine nüfuz ederek önemli
ölçüde DNA hasarına neden olur. Bu da DNA'nın hatalı bir şekilde kopyalamaya başlamasına
yol açar. Ancak vücut hücrelerinde hatalı kopyalamalar kendisini kanser olarak
gösterir. Güneş ışığındaki mutajenik etki deri kanserine neden olur veya
sigaradaki mutajenik etki akciğer kanserine neden olur. Üreme hücresinde 21.
kromozomun hatalı kopyalanması ise çocukta Down sendromuna (mongolizm) neden
olur.
1. Sağlam DNA sarmalı |
DNA hatalı şekilde kopyalandığında, canlıda çeşitli hastalıklara sebep olur. Bu hatalar canlıyı hiçbir zaman evrimcilerin iddia ettiği daha mükemmel hale getirmez. |
Evrim
teorisinin yeryüzündeki canlılığın kökenini açıklayabilmesi için, kesinlikle
bozan, tahrip eden değil, yeni, faydalı bir özellik ekleyen bir mekanizma
göstermesi gerekir. Ama bir canlının nasıl olup da yeni bir özellik kazandığı
sorusu sorulduğunda evrimcilerin öne sürdükleri tek cevap;
"mutasyon"dur. İddialarına göre tüm canlılık, tek bir hücrenin DNA'sına
etki eden rastgele mutasyonlarla oluşmuştur. Ancak mutasyonlar, evrimcilerin
arkasına sığınabilecekleri, canlıları daha gelişmişe ve mükemmele götüren bir
mekanizma değildir. Dolayısıyla evrimcilerin iddiaları için temel aldıkları
mutasyonlar, evrim teorisinin ihtiyaç duyduğu türden, yeni özellikler üretecek
unsurlar değildir. Mutasyonların evrim teorisine neden hiçbir katkıda bulunmadığına
ve bulunamayacağına, sadece genel hatlarıyla yer vereceğiz: (Detaylı bilgi için
bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Araştırma Yayıncılık; Harun Yahya,
Evrim Aldatmacası, Araştırma Yayıncılık)
*
Mutasyonlar zararlıdır:
Mutasyonlar
rastgele meydana geldikleri için hemen hemen her zaman canlıya zarar verirler.
Kompleks bir yapıya yapılacak herhangi bir bilinçsiz müdahale, o yapıyı daha
ileri götürmez aksine tahrip eder. Nitekim evrim mekanizması olarak öne sürülen
tesadüfi faydalı mutasyonların geçerli bir örneği yoktur.229
Mutasyonların sebep olacağı değişiklikler ancak Hiroşima, Nagazaki veya
Çernobil'deki insanların uğradığı türden değişiklikler olabilir: Yani ölüler,
sakatlar ve hastalar...
1. Mutasyon | 5. Ribozom |
A. MUTASYON = DNA'NIN BOZULMASI = HASTALIK/SAKATLIK/ZARAR | |
Mutasyonlar rastgele meydana geldikleri için hemen hemen her zaman canlıya zarar verirler. Kompleks bir yapıya yapılacak herhangi bir bilinçsiz müdahale, o yapıyı daha ileri götürmez aksine tahrip eder. |
Ohio
Üniversitesi'nden Prof. Walter L. Starkey faydalı mutasyon iddialarının
geçersizliğini açık bir şekilde dile getirmektedir:
Saatlerce
bir röntgen cihazının yanında durmak ya da bir nükleer tesis içerisinde beklemek
akılcı mıdır? Veya nükleer bir tesisin havaya uçtuğu Rusya'daki Çernobil gibi
bir yere seyahat etmek doğru mudur? Bizi radyasyondan koruyan ozon tabakasını
aktif olarak bozmaya çalışmamız mı gerekir? Eğer bu tür radyasyonla oluşan
etkiler evrimleşmenize ve yeni özellikler geliştirmenize neden olacaksa,
öyleyse bu radyasyon kaynaklarıyla elinizden geldiğince çok bombardıman
edilmeye çalışmanız gerekir. Belki de başınızın tam arkasında yeni bir gözünüz
olabilir. Fakat eğer gerçekten akıllıysanız, sizi geliştirmekten daha çok zarar
vereceği için bu tür radyasyonlardan kaçınırsınız.230
Nitekim
insanlar üzerinde gözlemlenen tüm mutasyonlar zararlıdır. Tıp kitaplarında
"mutasyon örneği" olarak anlatılan mongolizm, Down sendromu,
albinizm, cücelik gibi zihinsel ya da bedensel bozuklukların ya da kanser gibi
hastalıkların her biri, mutasyonların tahrip edici etkilerini ortaya koymaktadır.
Elbette ki insanları sakat bırakan ya da hasta yapan bir süreç, "canlıları
geliştirici bir mekanizma" olamaz. Çünkü canlı DNAsı çok kompleks bir
düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan herhangi rastgele bir etki
organizmaya ancak zarar verecektir. Prof. Starkey mutasyonun bu zararlı
etkileri hakkında şunları belirtmektedir:
Mutasyonlara
yol açan radyasyona maruz kalmak, yeni bir arabayı 30 kalibrelik bir tüfekle
vurmaya benzer. Benzer şekilde mutasyonların size ya da herhangi bir canlıya
bundan farklı bir şey yapması pek mümkün değildir. DNA kopyalama hatalarından
kaynaklanan mutasyonların sonucu da benzer olacaktır.... Mutasyonlar en az
10.000'de bir istisna dışında zararlıdır. Radyasyon ya da kopyalama hataları
faydalı yeni özellikler kazandırmaz.231
*
Mutasyonlar DNA'ya yeni bilgi eklemez:
Mutasyon
sonucunda genetik bilgiyi oluşturan parçalar yerlerinden kopup sökülür, tahrip
olur ya da DNA'nın farklı yerlerine taşınır. Ama mutasyonlar hiçbir şekilde
DNA'ya yeni bir bilgi ekleyerek, canlıya yeni bir organ ya da yeni bir özellik
kazandırmazlar. Ancak bacağın sırttan, kulağın karından çıkması gibi
anormalliklere sebep olurlar. Prof. Werner Gitt "Mutasyonlar sonucunda
yeni bilgi oluşabilir mi?" sorusuna şöyle cevap vermektedir:
Bu
görüş evrimci anlatımlarda esas alınır, fakat mutasyonlar sadece mevcut olan
bilginin değişmesine neden olabilirler. Bu bilgide bir artış olamaz ve genel
olarak da sonuçlar zararlıdır. Yeni fonksiyonlar ya da yeni organlar için yeni
projeler oluşamaz; mutasyonlar yeni (yaratıcı) bilginin kaynağı olamazlar.232
Prof.
Phillip Johnson ise bu konu ile ilgili şunları dile getirmektedir:
Spetner,
Darwincilerin dile getirdikleri uyum sağlayıcı mutasyonların, bilgi üretici
olmadığını onlara söylemişti. Örneğin bir mutasyon, bakteriyi antibiyotiğe karşı
dirençli yaptığında, bunu belli bir kimyasal maddeyi onun metabolizmasına katılmasını
önleyerek yapmaktadır. Bu durumda genel anlamda net bir bilgi ve uyum kaybı söz
konusudur... bazen cızırdayan bir radyoya vurmak, radyonun kısa devresini açmak
ya da yerinden çıkmış bir kablosunu eski yerine getirmek suretiyle ayarını
düzeltebilir. Ne var ki bu tür değişiklikleri biriktirmek suretiyle daha iyi
bir radyo ya da televizyon yapacağını hiç kimse ümit etmez.233
Ünlü
evrimci Stephen Jay Gould da mutasyonla ilgili gerçekleri şöyle itiraf
etmektedir:
Bir
mutasyon büyük ve yeni bir ham malzeme (DNA) oluşturmaz. Türleri mutasyona uğratarak
yeni bir tür elde edemezsiniz.234
Mutasyonların,
evrim teorisinin ihtiyaç duyduğu yeni özellik ekleyen unsurlar olmadığının bir
delili daha vardır. Yeni özelliklerin veya yeni türlerin üretilmesi için canlının
DNA'sına birçok atomun eklenmesi gerekir.235 İnsan DNA'sında, E.Coli
bakterisine ait DNA'da bulunan atomların 3.000 katı -204 milyar kadar atom-
bulunmaktadır.236 Bu nedenle tek hücreli bir canlıdan
insana kadar bir gelişim olabilmesi için, DNA'sına karbon, hidrojen, oksijen,
nitrojen ve fosfor gibi 200 milyar atomdan fazlasının eklenmesi gerekir.237
Bilindiği gibi karbon ve nitrojen havadan, hidrojen ve oksijen sudan, fosfor
ise topraktan elde edilebilir. Ancak burada asıl sorun bu atomların nerede
bulundukları değil, bulundukları yerden çıkarılıp DNA molekülü içerisinde tam
doğru yere yerleştirilmeleridir. Atomların önceki bölümlerde anlattığımız olağanüstü
bir kompleksliğe sahip şeker gruplarını, fosfat gruplarını ve nitrojen bazlarını
içerecek biçimde düzenlenmeleri ve DNA molekülü olarak görev yapabilmeleri için
çifte sarmal halindeki merdivende tam doğru yere yerleştirilmeleri gereklidir.238
Prof.
Phillip Johnson, ansiklopedi ve bilgisayar işletim sitemlerinde olduğu gibi,
DNA'da da çok özel bir düzene gerek olduğunu; genetik bilgiyi üreten bir
mekanizmanın olması gerektiğini ifade etmektedir. Tesadüfi mutasyonların
DNA'daki bilgiyi ve düzeni nasıl olumsuz etkilediğini şu ifadelerle anlatmaktadır:
...
Rastgele mutasyon böyle bir mekanizma değildir, doğal ayıklanma ve fizik ya da
kimya yasaları da öyle. Yasalar basit tekrarlı modeller üretir, tesadüf ise
anlamsız düzen üretir. Yasa ve tesadüf birleştiğinde, anlamlı bir dizilimi
önlemek için her ikisi de birbiri aleyhine işler. Tüm insani tecrübeler içinde
sadece zeka faktörü bir ansiklopedi veya bilgisayar programı yazabilir veya
kompleks, özelleşmiş ve periyodik olmayan bilgiyi üretebilir. Bu yüzden,
organizmalarda zorunlu olarak bulunan bilgi, onların yaratılışın ürünleri
olduklarını işaret eder.239
*
Mutasyonlar düzensizdir:
Mutasyonlar,
önceden var olan yapıyı değiştirirler, fakat bunu tamamen düzensiz bir biçimde
yaparlar. Mutasyonların birbirlerini tamamlayıcı bir özellikleri yoktur veya
bir amaca yönelik biriken bir etkileri de olamaz. Mutasyonların düzensiz etki
etmesiyle ilgili Fransız Bilimler Akademisi'nin eski başkanı Pierre Paul Grasse
şöyle demektedir:
Bir
canlı vücudunda çok küçük bile olsa bir düzensizlik oluştuğunda, bunun sonucu
ölüm olur. Yaşam olgusu ile anarşi (düzensizlik) arasında hiçbir olası uzlaşma
yoktur.240
* Bir mutasyonun
sonraki nesilleri etkilemesi için, mutlaka üreme hücresinde meydana gelmesi
gerekir:
Vücudun
herhangi bir hücresinde veya organında meydana gelen değişim bir sonraki nesle
aktarılmaz. Örneğin bir insanın kulağı ya da kolu, radyasyon ve benzeri
etkilerle mutasyona uğrayıp orijinal şeklinden farklı hale gelebilir. Fakat bu
değişiklikler, üreme hücresindeki DNA molekülünde meydana gelmedikçe sonraki
nesillere geçmeyecektir. Sonraki nesili etkilemesi için, mutasyonun,
trilyonlarca hücreden sadece üreme hücresinde olması koşulu, evrimcilerin
beklentilerini daha da imkansız hale getirir.
*
Mutasyonlar nadirdir:
Mutasyonlar
ancak nadiren gerçekleşirler. Bir hücrenin DNA'sı kopyalanırken bir yandan da
enzimler düzeltmenlik yaparlar. Bu nedenle, önceki bölümlerde detaylı değindiğimiz
gibi, kopyalanma sırasında çok nadiren hata olur. Mutasyonlar üzerine yapılan
tahminler ise yalnız milyonda bir canlının mutasyon yaşayacağını
göstermektedir.241 Moleküler biyolog Prof. Gerald L.
Schroeder mutasyonlara dayalı hayali evrim iddialarını şöyle eleştirmektedir:
...
Moleküler biyolojide gelişmeler, hayatın işleyişinin her safhasında görülen
muazzam bir kompleksliği gözler önüne sermiştir, buradaki komplekslik oranı o
kadar yüksektir ki, eğer bunun adım adım oluşturulması için rastlantısal
mutasyonlara bel bağlayacak olsaydık, Nobel ödüllü De Duve'nun ifade ettiği
gibi, "sonsuzluk bile bunun için yeterli olmazdı."242
İşte
bu nedenle, yine Grassé'nin ifadesiyle "mutasyonlar ne kadar çok sayıda
olursa olsunlar, herhangi bir evrim meydana getirmezler."243
1- DNA sarmalı, |
İnsanlar üzerinde gözlemlenen tüm mutasyonlar zararlıdır. Çünkü canlı DNA'sı çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan herhangi rastgele bir etki organizmaya ancak zarar verecektir. Mutasyonların sebep olacağı değişiklikler ancak ölüler, sakatlar ve hastalardır. |
*
Mutasyonlar, bir 'tür değişikliği' sağlamaz:
Bunun
en açık delillerinden biri ise, yıllardır meyve sinekleri üzerinde yapılan
deneylerdir. Radyasyona maruz bırakılan meyve sineklerinin birçok mutantı oluşmuştur:
Fazladan kanadı çıkan meyve sinekleri, kanatsız meyve sinekleri, çok büyük
kanatları olan meyve sinekleri, çok küçük kanatları olan meyve sinekleri
gibi... Her ne kadar çoğu sakat kalmış, bir kısmı yaşamını yitirmiş olsa da,
sonuçta bunların tamamı meyve sineği olarak kalmıştır. Yeni bir türe dönüşmemişlerdir.
Genlerdeki
dizilimde meydana gelen en küçük bir yer değiştirme ya da eksilme, kolaylıkla
ölümcül sonuçlar doğurabilmektedir. Bu kadar hassas bir dizilimin tamamen
tesadüflere dayanan mutasyonlarla, canlının genetik bilgisine ekleme yaparak
onu başka türlere evrimleştirmesi mümkün değildir. Nitekim evrimcilerin
teorilerini kanıtlamak için, laboratuvarda mutasyona maruz bıraktığı tüm hayvan
embriyoları sakat veya ölü doğmaktadır.
Tüm
bunlar göstermektedir ki, evrimcilerin iddia ettiği gibi, canlıların kökeninde
tesadüfi mutasyonların yeri yoktur. Kaldı ki, yüzyılımızın gelişmiş
teknolojisiyle ve yetenekli bilim adamlarının yoğun çalışmalarıyla bile, yeni
bir tür üretmek mümkün olmamaktadır. Görüldüğü gibi mutasyonlar hiçbir şekilde
canlılardaki çeşitliliğin nedeni olamazlar. DNA'daki kusursuz dizilim ancak
özel bir yaratılışın sonucudur. Bu yaratılış üstün güç sahibi olan Allah'a
aittir. Allah'ın kusursuz yaratışı Kuran'da şöyle haber verilir:
Allah,
yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi,
suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden
rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir.
O, Hayy (diri) olandır. O'ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca
Kendisi’ne halis kılanlar olarak O'na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun.
(Mümin Suresi, 64-65)
Cansız
maddelerin kendi kendine bir araya gelip DNA gibi muhteşem sistemlere sahip
canlıları oluşturduğunu iddia eden evrim teorisi, bilime ve akla tamamen aykırı
olan bir hayalciliktir. Tüm bunlar bizi apaçık bir sonuca götürür. Yaşamın bir
planı (DNA) olduğuna ve tüm canlılar bu plana göre yapıldıklarına göre, açıktır
ki bu planı ortaya çıkaran üstün bir Yaratıcı vardır. Yani tüm canlılar, sonsuz
bir güç ve akıl sahibi olan Allah'ın yaratması ile var olmuşlardır. Allah
Kuran'da bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
O
Allah ki, yaratandır, kusursuzca var edendir, şekil ve suret verendir. En güzel
isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O,
Aziz, Hakim'dir. (Haşr Suresi, 24)
Harf Hataları Bir Kitabı Geliştirmeyeceği Gibi, Tesadüfi Mutasyonlar da Genetik Bilgiyi Geliştirmez | |
Evrimcilerin mutasyon iddialarının akıl dışı olduğunu göstermek için, DNA'yı yine bir kitaba benzetelim. DNA bir kitapta olduğu gibi yan yana dizilmiş harflerden oluşur. Mutasyonlar da, bu kitabın yazılımı sırasında meydana gelen harf hatalarına benzerler. İsterseniz bu konuda bir deney yapalım. Kalın bir dünya tarihi kitabının baştan sona bilgisayara yazılmasını isteyelim. Bu iş yapılırken de birkaç kez dizgiye müdahale edelim ve dizgiyi yapan kişiye tuşlardan birine gözü kapalı ve rastgele basmasını söyleyelim. | |
Bu şekilde yazılmış olan harf hatalı metni, bir başkasına verip yine aynı şeyi yaptıralım. Bu yöntemle kitabı birkaç bin kez baştan aşağı yazdıralım, her seferinde metne rastgele birkaç harf hatası ekleyerek... Acaba tarih kitabı bu yöntemle gelişir mi? Örneğin daha önce kitapta var olmayan “Eski Çin Tarihi” gibi bir bölüm oluşabilir mi? Elbette ki kitaba eklediğimiz harf hataları kitabı geliştirmez, aksine tahrip eder, anlamını bozar. Hatalı kopyalama işlemini ne kadar artırırsak, o kadar bozuk bir kitap elde ederiz. Ama evrim teorisinin iddiası, “harf hatalarının bir kitabı geliştirdiği” yönündedir. Evrime göre DNA'da meydana gelen mutasyonlar (hatalar) birikerek tesadüfen faydalı sonuçlara yol açmış, örneğin canlılara göz, kulak, kanat, el gibi kusursuz organları; düşünmek, öğrenmek, mantık yürütmek gibi şuur gerektiren özellikleri kazandırmıştır. Kuşkusuz bu iddia, bir dünya tarihi kitabında harf hatalarının birikmesi sonucu “Eski Çin Tarihi” bölümü eklenmesinden bile daha akıl dışıdır. (Kaldı ki, hata yapan dizgici örneğinde olduğu gibi düzenli olarak mutasyonlar meydana getiren bir mekanizma, doğada yoktur. Doğadaki mutasyonlar bir kitabın yazımı sırasında meydana gelebilecek harf hatalarından çok daha nadir oluşurlar.) |
Hücreye
Hayat Veren Yüce Allah'tır
Buraya
kadar bahsettiğimiz bütün imkansızlıkları ve mantıksızlıkları bir an için
unutalım ve ilkel dünya koşulları gibi olabilecek en uygunsuz ortamda bir
protein molekülünün tesadüflerle meydana geldiğini varsayalım.
Tek
bir proteinin oluşması da yetmeyecek, söz konusu proteinin, bu kontrolsüz
ortamda başına hiçbir şey gelmeden kendi gibi tesadüfen oluşacak başka proteinleri
beklemesi gerekecekti... Ta ki hücreyi meydana getirecek milyonlarca uygun ve
gerekli protein, hep "tesadüfen" aynı yerde yan yana oluşana kadar.
Önceden oluşanlar o ortamda ultraviyole ışınlarına, şiddetli mekanik etkilere
rağmen hiçbir bozulmaya uğramadan, sabırla hemen yanı başlarında diğerlerinin
tesadüfen oluşmasını beklemeliydiler. Sonra yeterli sayıda ve aynı noktada oluşan
bu proteinler, anlamlı şekillerde biraraya gelerek hücrenin organellerini oluşturmalıydılar.
Aralarına hiçbir yabancı madde, zararlı molekül, işe yaramaz protein zinciri
karışmamalıydı. Sonra bu organeller son derece planlı, düzenli, uyumlu ve bağlantılı
bir biçimde biraraya gelip, bütün gerekli enzimleri de yanlarına alıp bir zarla
kaplansalar, bu zarın içi de bunlara ideal ortamı sağlayacak özel bir sıvıyla
dolsaydı, tüm bu "imkansız ötesi" olaylar gerçekleşseydi bile bu
molekül yığını canlanabilir miydi?
Cevap,
"hayır"dır! Çünkü araştırmalar göstermiştir ki, hayatın başlaması
için yalnızca canlılarda bulunması gereken maddelerin biraraya gelmiş olması
yeterli değildir. Yaşam için gerekli tüm proteinleri toplayıp bir deney tüpüne
koysak yine de canlı bir hücre elde etmeyi başaramayız. Bu konuda yapılan tüm
deneyler başarısız olmuştur. Bütün deney ve gözlemler ise hayatın ancak
hayattan geldiğini göstermiştir. Hayatın cansız maddelerden tesadüfler sonucu çıktığı
iddiası, sadece evrimcilerin hayallerinde yer alan, tüm gözlem ve deneylere aykırı
bir masaldır.
Bakterinin DNA’sı İlkel Hücre Masalını Yalanlamaktadır | |||
Evrim teorisi, canlılığı “ilkelden gelişmişe” doğru bir sıralamaya yerleştirmeye çalıştığı için, bakterilerin “ilkel” hücreler olduğunu, çok hücreli canlıların ise bu hücrelerden evrimleştiğini varsaymaktadır. Ancak tek hücreli canlılar hiç de evrimcilerin varsaymak istedikleri gibi “ilkel” değildir. Tam tersine bir bakteri inceleyenleri hayrete düşürecek karmaşıklıkta bir yapıya sahiptir. Zooloji profesörü James Grey şöyle belirtmektedir: Bir bakteri insanoğlunun bildiği herhangi bir cansız sistemden daha komplekstir. Dünya üzerinde en küçük yaşayan organizmanın biyokimyasal aktivitesi ile rekabet edebilecek bir laboratuvar yoktur.1 | |||
1. Kromozom | 4. Pilus | 7. Hücre zarı | |
Bir bakterinin 2.000 civarında geni vardır. Her bir gen ise 100 kadar harf, diğer bir deyişle şifre içermektedir. Bu da bakterinin DNA'sındaki bilginin en az 2 milyon harf uzunluğunda olması demektir. Bu hesaba göre tek bir bakterinin DNA'sının içerdiği bilgi, her biri 100 bin kelimelik 20 romana denktir.2 Bakterinin küçüklüğüne rağmen, olağanüstü bir bilgi kapasiteye sahip olması ile ilgili Dr. Lee Spetner şöyle demektedir: Bakteri hücreleri o kadar küçüktür ki onların 1 trilyonu ancak bir çay kaşığını doldurabilir. Bir bakteriyi tanımlamak için çok fazla bilgi gerekmektedir ve tüm bilgi, hücrenin küçük hacminin yalnızca çok ufak bir bölümüne sığdırılmıştır.3 İşte her bir bakterinin DNA'sında kodlu bu bilgilerdeki herhangi bir değişiklik, bakterinin tüm çalışma sistemini bozacak kadar önemlidir. Bakterilerin gen şifrelerinde bir aksaklık olması ise, çalışma sistemlerinin bozulması ve dolayısıyla ölümü anlamına gelir. Tek bir bakteri bile Allah'ın varlığının apaçık delillerinden biridir. Alemlerin Rabbi olan Allah Kuran'da şöyle bildrimektedir: ... Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Sebe Suresi, 3) 1- Sir James Gray, Science Today, 1961, s. 21. |
Cardiff
Üniversitesi'nden, Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra
Wickramasinghe hayatın tesadüflerle doğduğuna on yıllar boyunca inandırılmış
bir bilim adamı olarak karşılaştığı bu gerçeği şöyle anlatır:
Bir
bilim adamı olarak aldığım eğitim boyunca, bilimin herhangi bir bilinçli yaratılış
kavramı ile uyuşamayacağına dair çok güçlü bir beyin yıkamaya tabi tutuldum. Bu
kavrama karşı şiddetle tavır alınması gerekiyordu... Ama şu anda, Allah'a
inanmayı gerektiren açıklama karşısında, öne sürülebilecek hiçbir akılcı
argüman bulamıyorum... Biz hep açık bir zihinle düşünmeye alıştık ve şimdi yaşama
getirilebilecek tek mantıklı cevabın yaratılış olduğu sonucuna varıyoruz,
tesadüfi karmaşalar değil.244
Bu
durumda, yeryüzündeki ilk hayatın da ancak bir Hayat'tan gelmiş olması gerekir.
İşte bu, "Hayy" (Hayat Sahibi) olan Allah'ın yaratmasıdır. Hayat
ancak O'nun dilemesiyle başlar, sürer ve sona erer. Evrim ise, canlılığın nasıl
başladığını açıklamak bir yana, canlılık için gerekli malzemenin nasıl oluştuğunu
ve biraraya geldiğini bile açıklayamamaktadır. Kuran'da Rabbimiz şöyle
bildirmektedir:
Yaratan,
hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz? Eğer Allah'ın
nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız.
Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Allah, saklı tuttuklarınızı ve açığa
vurduklarınızı bilir. Allah'tan başka yakardıkları hiçbir şeyi yaratamazlar,
üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. (Nahl Suresi, 17-20)
Yorumlar
Yorum Gönder