Darwinizm'in DNA İle İlgili Yanılgılarından Bazıları
Kimi
bilim adamları, bilimin gelişmesine katkıda bulunmaktan çok, evrim teorisini
ayakta tutmak amacıyla emek ve zaman harcamaktadırlar. Darwinizm'i en baştan
bir dogma olarak kabul ettikleri için, yaptıkları bilimsel araştırmalarda da
yanlış sonuçlara yönelmektedirler. Nitekim moleküler biyoloji alanında evrim
teorisine sözde deliller oluşturmak için, hiçbir bilimsel değeri olmayan çeşitli
kavramlar ve tezler ortaya atmaktadırlar. Üstelik bu tezler ya da kavramlar,
hiçbir bilimsel değerleri olmadığı halde, Darwinist medyada destek bulmakta ve
topluma birer gerçek gibi sunulmaktadır. Ancak gelişen bilim ve teknoloji, bu
iddiaların akıl dışılığını gözler önüne sermektedir. Materyalist dünya görüşünü
ayakta tutma çabasından kaynaklanan taraflı yorumlar, çarpıtmalar, tek yanlı
haberler, Yüce Allah'ın heryeri sarıp kuşatan ilmini, sanatını, aklını gizlemeye
güç yetirememektedir. Kuran'da pek çok ayette hakkın batıl üzerindeki üstünlüğü
bildirilmektedir. Bunlardan bir kısmı şöyledir:
De ki:
"Şüphesiz Rabbim hakkı (batılın yerine veya dilediği kimsenin kalbine)
koyar. O, gaybleri bilendir. De ki: "Hak geldi; batıl ise ne (bir şey)
ortaya çıkarabilir, ne geri getirebilir." (Sebe Suresi, 48-49)
…
Allah, batılı yok edip-ortadan kaldırır ve Kendi kelimeleriyle hakkı hak olarak
pekiştirir (gerçekleştirir). Çünkü O, sinelerin özünde olanı bilendir. (Şura
Suresi, 24)
Allah,
suçlu-günahkarlar istemese de, hakkı (hak olarak) Kendi kelimeleriyle gerçekleştirecektir.
(Yunus Suresi, 82)
Bu
bölümde evrim teorisine destek olması hayaliyle ortaya atılan, sonuçsuz iddialardan sadece birkaçına genel hatlarıyla yer vereceğiz:
Evrimci
Cehaletin Bir Örneği: Hurda DNA Yanılgısı
İnsan
Genomu Projesi ile birlikte şu ana dek yalnızca DNA'daki şifre dizilimi ortaya
çııkarılmış bulunmaktadır. Ancak bu şifrelerin insan vücudunda hangi
fonksiyonları belirledikleri birkaç gen dışında henüz bilinmemektedir. DNA
zinciri üzerinde protein kodlayan, diğer bir deyişle aktif olarak çalıştığı keşfedilen
yaklaşık 30 bin gen bulunmaktadır. Ancak bu miktar, insan DNA'sının yalnızca
%3'ünü oluşturmaktadır. Geriye kalan uzun DNA zincirinin ne işe yaradığı ise
henüz bilinmemektedir.
İşte
bu noktada evrimcilerin bu bilinmeyen üzerine bina ettikleri taraflı yorumları
devreye girmektedir. Darwinist bilim adamları söz konusu genlerin hiçbir amacı
olmadığını, bunların "saçma" ya da "çöp, hurda"
dizilimlerden ibaret olduğunu öne sürerler. Milyonlarca yıllık hayali evrim
sürecinde bu bölgelerin artık işlevlerini yitirmiş genler olduklarını iddia
ederler. Oysa peşin hükümle öne sürülmüş bu iddia, bugün yeni bilimsel bulgular
karşısında çürümüş bulunmaktadır. "Hurda DNA" kavramı 5-6 yıl
öncesine dek, bilim adamlarının fonksiyonlarını bilmedikleri büyük DNA yığınlarına
verdikleri isimdi. Gen olarak tanımlayamadıkları bu çok uzun dizilimlere, o an
için "junk DNA" (hurda/çöp/boş DNA) diyorlardı. Ancak iddiaların
tersine, işe yaramadığı öne sürülen bölümlerin, aslında hayati fonksiyonları
yönettikleri, çalışan kısımların tamirinde kritik önemleri olduğu ortaya çıkmıştır.145
Kaldı ki genetik bilimi DNA'nın işlevlerini tanımlamada henüz emekleme safhasındadır.
13
Mayıs 2002 tarihli Nature Genetics dergisinde yayınlanan bir makalede,
Dr. John V. Moran ve ekibi hurda DNA'nın hareketli parçalarının, genom için
tamir servisi sağlayan DNA parçaları olduğunu bildirdiler.146
Bunlar genom etrafında hareket edebilir ve kelime işlemi sırasında kopyala yapıştıra
benzer bir işlem yaparak kendilerinin kopyasını üretirler. Bu özellik DNA'nın
çift olan sarmalı ayrılmaya başladığında son derece faydalıdır. Çifte sarmal
hücreye kimyasallar bulaştığında ya da herhangi bir baskı olduğunda yarılır ve
hücre ölümüne sebep olabilir. Hurda DNA olduğu iddia edilen kısmın söz konusu
parçaları genom içerisinde dolaşırlar ve bu tür ayrılmaları tespit ederler;
böyle bir şeye rastladıklarında kendilerini araya sokarlar ve bu bölgeyi
yeniden birleştirirler.147
Zaman
zaman evrimci kaynaklarda, canlılardaki bazı organların işlevsiz olduğu ileri
sürülmekte ve bunların o canlıların atalarından miras kalmış ancak artık
kullanmadıkları organlar olduğu iddia edilmektedir. Örneğin insan vücudundaki
appendiks (apandisit) veya kuyruk sokumu, yıllarca "körelmiş organ"
sayılmıştır. Oysaki son yılların bilimsel araştırmaları, tüm bu organların
önemli işlevleri olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Evrimcilerin 20. yüzyıl başında
çıkardıkları "körelmiş organlar listesi" bugün tamamen çürümüş
durumdadır. Evrimci yazar S. R. Scadding'in ifadesiyle "bilgimiz arttıkça,
körelmiş organlar listesi de giderek küçülmüş" ve sonunda yok olmuştur.148
(Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Araştırma
Yayıncılık) Aynı şekilde, evrimcilerin öne sürdükleri "hurda DNA"
kavramı, yani DNA'nın büyük bölümünün işe yaramaz olduğu iddiası da, yapılan
yeni keşiflerle çürütülmüştür.
İnsan
Genomu Projesi ve diğer genetik çalışmalarla birlikte, genlerin protein üretimi
sırasında birbirleriyle devamlı bir etkileşim içinde oldukları ortaya çıktı. Bu
üretim sırasında, bir genin diğer DNA bölümlerinden bağımsız olarak çalışmadığı
anlaşıldı. Bugün varılan nokta göstermektedir ki, bir genin çalışması sırasında,
özellikle protein kodlamaya başlama aşamasında, genleri oluşturmayan DNA
bölümlerinin o geni düzenlemesi söz konusudur. İşte bu yüzden, araştırmaları
yakından takip eden hiçbir bilim adamı, artık "hurda DNA" kavramına
itibar etmemektedir.
Aslında
DNA'nın hurda olduğu idda edilen kısımlarının devamlı faaliyet halinde olduğu
ve henüz bilinmeyen farklı fonksiyonlara sahip olduğu evrimcilerin hoşuna
gitmese de, uzun süreden beri ifade edilen bir gerçekti. Science
dergisinde 1994 yılında yayınlanan "Hurda DNA Kendi Dilinde mi Konuşuyor?"
başlıklı haberde,149 Harvard Tıp Fakültesi'ndeki
moleküler biyologlar ve Boston Üniversitesi'nden fizikçiler bu konuya açıklık
kazandırmışlardı. Çeşitli canlılardan alınan, 50.000 baz çifti içeren 37 DNA
dizilimi üzerinde yaptıkları araştırmalar sonucu, insan DNA'sında %90 yer
tutmakta olan sözde hurda DNA'nın aslında özel bir dilde yazıldığını haber
veriyorlardı. Yaptıkları testler, bu kısımlarda bir lisana benzer özellikler
bulunduğunu ortaya koymuştu. Bulguları ışığında, "hurda" denen DNA'nın
hiç de boş olmadığını bildirmişlerdi. "Hurda DNA'daki Dilin İpuçları"
adlı makalede ise Boston Üniversitesi'nden Eugene Stanley'in yaptığı çalışmalarla,
DNA dizilimlerinde insan diline benzer nitelikte bilgi içeren özellikler
bulunduğu delillendirildi.150
DNA
dizilerinin daha önce, %97'sinin hurda ve işe yaramaz olarak tanımlanmasının
nedenlerinden biri kuşkusuz ki bilgisizliktir. Cleveland Üniversitesi'nden
evrimci bilim adamı Evan Eichler bu durumu şöyle itiraf etmektedir:
Hurda
DNA deyimi bizim bilgisizliğimizin yansımasından başka bir şey değil.151
Kendisi
de bir evrimci olan Ernst Mayr da genler hakkındaki bilgilerinin yetersizliğine
şöyle değinmektedir:
Bilimi
sınırlandıran ciddi bir unsur da ileri derecede kompleks sistemlerin işleyişini
açıklamadaki zorluktur... Aynı görüş, ileri derecede kompleks ve hala henüz
anlaşılamamış olan genetik bilginin düzenleyici mekanizmaları için de
geçerlidir.152
Scientific American dergisinin Kasım 2003 sayısında yayınlanan
"Görülmeyen Genom: Hurdanın Arasındaki Cevherler" adlı makalede de
Avustralya, Queensland Üniversitesi'nde Moleküler Biyobilim Enstitüsü'nün
yöneticisi John S. Mattick'in şu sözlerine yer verilmektedir:
Anlaşılmadığı
için hurda olarak öne sürülen [genler]in, aslında insanın kompleksliğinin
temeli olduğu ortaya çıkabilir."153
Moleküler
biyolog Prof. Mattick, "intron" denilen ve protein sentezine direkt
olarak katılmayan bu dizilimlerin önemi ile ilgili hatalı yorumlara şöyle değinmektedir:
Bunun
[hurda DNA'nın] tüm anlamının farkına varılmaması... moleküler biyoloji
tarihindeki en büyük hatalardan biri olabilir.154
New Scientist dergisinin 19 Kasım 2005 tarihli bir haberinde ise, sözde hurda DNA'nın
öneminin, tahmin edilenden çok daha fazla olabileceğini şöyle dile
getirilmektedir:
...
olağanüstü bir şekilde, hurda DNA'nın genler kadar -değilse de daha fazlasıyla-
önemli olduğu ortaya çıkabilir... Hurda DNA'nın kaldırıldığı raflardan bu şekilde
ortaya çıkarılmasını sağlayan, onunla ilgili özel olan nedir? Genomların kıyaslanmasıyla
bir delil ortaya çıkmaktadır... Bilim adamlarının henüz çözemediği hayati
bilgiyi kodluyor olabilir. Bu da, daha fazla DNA, daha fazla bilgi saklama ve
kompleks organizmalar üretme kapasitesi demektir. Açık olan bir şey var.
Genlerimizin haritasını çıkardığımıza göre, artık hurdalığı keşfetmeye başlamanın
zamanı geldi.155
İnsan
Genomu Projesi'nin başında bulunan Dr. Francis Collins de, "Hurda"
DNA olarak adlandırılan kısımların zannedildiği gibi hurda olmadığını şöyle
ifade etmektedir:
Uzun
süredir genetik bilginin yüzde 95 kadarını hurda sayıp dikkate almadığımız için
sorun yaşıyordum, çünkü henüz ne işlevi olduğunu bilmiyorduk. Buna hurda
denmesinin nedeni de ne tür bir işlevi olduğunu hala keşfetmemiş olmamızdı.
Fakat tüm genetik bilgi önünüzde seriliyken bizim "hurda" diye adlandırdığımız
malzemenin aslında gerçekten işe yarar bir DNA dizilimi olduğunu anlıyorsunuz…
Bu nedenle bence genetik bilgiden "hurda" terimi atılmalıdır.156
Evrimci
genetikçiler, hurda DNA olarak isimlendirdikleri kısımları, teorilerine zorlama
bir delil olarak göstermek istediler. Evrimcilerin bu kısımları
"hurda" ifadesi ile önemsiz göstermek istemeleri ve dogmatik evrim
inançlarına uydurmaları, bilim adamlarının senelerce "hurda" olarak
ifade edilen kısımları incelemelerini engellemiştir. Science dergisinde
bu durum şöyle açıklanmaktadır:
Cazibesine
rağmen, "Hurda DNA" kavramı, bilim adamlarını senelerce kodlamayan
DNA'yı incelemekten uzak tutmuştur. Genomlarla gelişigüzel ilgilenen küçük bir
grup dışında, genom çöplüğünü kim incelemek isterdi ki? Bununla birlikte,
normal hayatta olduğu gibi, bilimde de, boş vakti olan, alay edilme riski alan
ve popüler olmayan alanları araştıranlar vardır. Onlar sayesinde, hurda DNA
görüşü, özellikle de tekrar eden kısımlar, 1990'ların başında değişmeye başladı.157
Evrim
teorisinin bilimsel açmazlarını birçok çalışmasıyla ortaya koyan Dr. Paul
Nelson ise, "Hurda Satıcısı Artık Hurda Satmıyor" başlıklı
makalesinde, hurda DNA kavramı için şu açıklamayı yapmaktadır:
Carl
Sagan, Shadows of Forgotten Ancestors (Unutulmuş Ataların Gölgeleri) isimli
kitabında, "genetik hurdalığın", DNA'daki "fazlalıkların,
kekelemelerin (gereksiz tekrarlar) ve kopya edilemez saçmalıkların",
hayatın temelinde derin kusurlar bulunduğunu kanıtladığını öne sürmüştü. Bu tür
yorumlara biyoloji literatüründe sık rastlanır, ancak bu tür yorumlar belki
birkaç sene öncesine göre artık daha az yapılıyor. Neden mi? Çünkü artık
genetikçiler, genetik enkaz olarak bilinen kısımların fonksiyonlarını
keşfediyorlar.158
Helen
Pearson, "Hurda DNA Hayati Bir Rol Ortaya Koyuyor: Anlaşılmayan Genetik
Dizilimler Vazgeçilmez Gözüküyor" başlıklı makalesinde şöyle
bildirmektedir:
Bilim
adamları sır dolu, tüm omurgalıların hayatta kalmasında çok büyük öneme sahip
DNA parçalarından oluşan bir koleksiyon üzerinde bulmaca çözüyorlar. Fakat
bunların fonksiyonları tamamen bir bilinmeyen... bu parçalar hiçbir protein
kodlamayan genomun geniş bölümleri üzerinde bulunuyor. Bu kısımların varlığı,
çoğunlukla hurda DNA ifadesiyle önemsenmemiş bu alanların öneminin, bir
kimsenin tahmininin çok ötesinde olabileceğine dair gelişen delilleri artırıyor.159
Perlegen
Bilimleri şirketinde, DNA'nın hurda olduğu öne sürülen kısımları inceleyen Dr.
Kelly A. Frazer, "Bu [bulgular] insanların merakını uyandıracak. Bu
insanları alıp götüren türden şeyler." derken, Cambridge Broad
Enstitüsü'nden genetikçi Kerstin Lindblad-Toh da yapılan çalışmalar için
"Bunlar daha buzdağının tepesi." demektedir.160
| ||
1. (DNA'nın protein kodlayan kısımları) | ||
7. Aradan çıkarılan ve protein kodlamasına girmeyen kısım -intron- eskiden cehaletle hurda zannedilirken, günümüzde çok önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir. |
Bu
bulgulara rağmen evrimcilerin çoğu, amaçlarına uygun buldukları "Hurda
DNA" kavramını, son ana kadar savunmaya devam etmişlerdir. Evrimcilerin,
iddialarına sözde delil oluşturmak için kullandıkları hurda DNA kavramı da sona
ermiştir. DNA üzerinde yapılan yoğun araştırmalar, söz konusu DNA kısımlarının
hayati öneme sahip olması dolayısıyla, gerekli, faydalı DNA kısımları olduğunu
ispatlamıştır. Böylece Darwinistlerin bir gafı daha bilim literatürüne geçmiştir.
Mitokondriyel
Havva Tezinin Geçersizliği
Hücrenin
içinde proteinlerden oluşan mitokondri, aynı bir elektrik santrali gibi çalışır
ve hücrenin ihtiyacı olan enerjiyi üretir. Bu santrallerde, besinlerden elde
edilen kimyasal enerjiler, hücrenin kullanabileceği ATP denilen enerji
paketlerine dönüştürülür. Hücre içinde hayatı sağlayan bütün olaylar,
mitokondrilerde üretilen, kullanıma hazır bu enerji paketleri sayesinde
gerçekleşir. DNA, hücre çekirdeğinde bulunmasının yanı sıra, enerji üretim
merkezleri olan bu mitokondrilerde de bulunur.
Mitokondrilerde,
Mitokondriyal DNA (mtDNA) bulunur. Evrimciler, mitokondriyal DNA'larının kalıtımsal
olarak çeşitlenmesini, bir "evrim" olarak yorumlar ve bu varsayımı
"moleküler saat" ismini verdikleri bir başka varsayımla birleştirirler.
1965 yılında ortaya atılan moleküler saat hipotezi, nükleotid ve proteinlerdeki
dizilimde, zaman içinde sabit aralıklarla değişimlerin yaşanacağını ileri sürmüştür.
Bu teze dayanarak, mtDNA değişimleri analiz edilen canlıların, ortak bir
atadan ne zaman ayrıldıklarının
bulunabileceği varsayılmıştır.
Ancak
burada, mtDNA'da bulunan ve canlıları sabit zaman aralıklarında değişime uğratan,
bir tür saat mekanizmasının bulunduğu anlaşılmamalıdır. Bir canlının fosilleşen
kemikleri, çok çabuk dejenere olan DNA moleküllerini barındırmaz. Dolayısıyla
DNA molekülüne dayanarak doğa tarihinin incelenmesi söz konusu değildir. Bu
analizler, evrimcilerin canlılar tarihini, kendi varsayımlarına zorla uyarlama
çabalarıdır.
Evrimciler,
bu ön yargıdan hareketle mevcut evrim soyağacının hangi tarihte nerede başladığını
belirlemeye çalışmışlardır. Mitokondriyel DNA'daki çeşitlilik en çok Afrikalılarda
görüldüğü için, onların neslinin en eski olduğuna karar vermişlerdir. Bunun
sonucunda günümüzde yaşayan tüm insan ırklarının, 130.000 yıl önce Afrika'da yaşamış
bir kadından türediği, bu kadının da sözde evrimle ortaya çıkmış, Homo
sapiens'in ilk temsilcisi olduğu iddia edilmiştir.
Söz
konusu kadınla ilgili tahminler mitokondriyel DNA analizlerine dayandırıldığı
için, bu hayali kadına "mitokondriyel Havva" ismi verilmektedir. Oysa
bu çalışmada kullanılan metot, tarafsız bilimsel gözle incelendiğinde, ilk
insanlara ait tarih ya da coğrafi yer belirlemede kullanılamayacağı kolayca
görülecektir. Evrimcilerin dayandıkları varsayımlar, varlığı kanıtlanamayan,
deney ve gözlemle örneklendirilememiş olan iddialardır. Nitekim bu tezin
bilimsel bir değer taşımadığı, bugün evrim teorisini savunan pek çok bilim adamı
tarafından da kabul edilmektedir.
Ünlü
Nature dergisinin editör kurulundan Henry Gee, "Afrika Cenneti
Üzerindeki İstatistiksel Bulut" adlı yazısında mitokondriyel DNA (mtDNA)
çalışması sonuçlarını "saçmalık, anlamsız veri" olarak değerlendirdi.161
Gee'nin yazısında mevcut 136 mtDNA serisi ele alındığında, çizilen soy ağaçlarının
sayısının 1 milyarı geçtiği bildiriliyordu. Yani yapılan bu çalışmada, 1 milyar
kadar tesadüfi soy ağacı görmezlikten gelinmiş, ancak şempanze ve insanın sözde
ortak evrimsel geçmişi olduğu varsayımına uygun olan tek soyağacı seçilmişti.
Herşeyden
önce, tüm bu varsayımlar evrim teorisine hiçbir bilimsel kanıt oluşturmamaktadır.
Örneğin moleküler saat analizine göre, insanla şempanzenin 10 milyon yıl önce
birbirinden ayrılmış olması gerektiğini iddia eden bir evrimci, zaten bu çalışmasına
iki canlının evrimsel akraba olduğu inancına körü körüne bir bağlılıkla başlamıştır.
Burada kısır döngü içinde düşünmektedirler ve varsayımlar üzerine inşa edilen
bu tip çalışmalar, vakit kaybı olmaktan öteye geçememektedir.
Washington
Üniversitesi'nden genetikçi Alan Templeton da, DNA serilerinden yola çıkarak,
insanın kökeni için bir tarih belirlemenin imkansız olduğunu belirtmiştir.
Çünkü DNA'lar insan toplulukları arasında oldukça fazla karışmıştır.162
Bu durum, matematiksel olarak bakıldığında, soy ağacında tek bir insana ait
mtDNA'yı ayırt etmenin imkansız olduğu anlamına gelmektedir. En çarpıcı itiraf
ise, bu tezin sahiplerine aittir. 1992 yılında çalışmayı tekrarlayan ekipten
Mark Stoneking (Pennsylvania Eyalet Üniversitesi), Science dergisine
yazdığı bir mektupta "Afrikalı Havva" iddiasının geçersiz olduğunu
kabul etmiştir.163
Ayrıca
mitokondriyel DNA analizi, mitokondrinin sadece anne tarafından aktarıldığı,
böylelikle mitokondriyal DNA parçalarındaki değişimlerin anne, anneanne, büyük
anneanne vs. kanalıyla en eski ataya kadar izlenebileceği kabul edilerek yapılır.
Oysa mitokondrinin sadece anne yoluyla aktarıldığı fikri artık bir efsaneden
ibarettir. Çünkü mitokondrinin babadan da aktarılabileceğini gösteren bilimsel
bulgular ortaya çıkmıştır. Ünlü New Scientist dergisinde
"Mitokondri hem Anneden hem de Babadan Aktarılabiliyor" başlığıyla
verilen haberde, Danimarkalı bir hastanın, mitokondrilerini %90 oranında babasından
aldığının anlaşıldığı anlatılmaktadır. Bu durumda evrim senaryolarına destek
olarak gösterilen tüm mtDNA araştırmalarının, gerçekte bir anlam ifade etmediği
ortaya çıkmaktadır. New Scientist dergisinde bu durum şöyle aktarılmaktadır:
Evrim
biyologları, türlerin birbirinden ayrılmasını, mitokondriyal DNA dizilerindeki
farklılıklardan yola çıkarak tarihlendiriyorlardı. Mitokondriyal DNA'nın çok
nadiren de olsa babadan aktarılması, çalışmalarının çoğunu geçersiz kılmaya
yeterli olacaktır.164
Ünlü
Nature dergisi evrimci bir yayın organı olmasına karşın bu bulguların
"mitokondriyel DNA varsayımlarını haksız çıkardığını" itiraf etmiştir:
Mitokondri
aktarımında babadan geçen DNA ihtimali, tarih öncesi olayları zamanlandırmada,
insan mitokondriyel DNA'sından faydalanılan birçok evrimsel ve moleküler
antropolojik çalışmanın yeniden değerlendirilmesi anlamına gelebilir.165
A. HÜCRE 1. Kromozom | 3. Mitokondri |
DNA, hücre çekirdeğinde bulunmasının yanı sıra, enerji üretim merkezleri olan bu mitokondrilerde de bulunur. |
Son
olarak, Annals of Human Genetics dergisinde çıkan bir yazıda bugüne
kadar basılmış tüm mitokondriyel DNA analizlerinin yarısından çoğunun hatalı
bulunduğu bildirilmiştir.166 Habere göre evrimcilerin başvurduğu
mitokondriyel DNA veri bankaları, hatalı işlenmiş bilgilere dayanıyordu. Peter
Forster isimli araştırmacının ortaya çıkardığı bu durumu Nature dergisi şöyle
haber veriyordu:
Hatalar
o kadar yaygın ki, genetikçiler insan popülasyonları ve evrim çalışmalarında
yanlış sonuçlara varabiliyorlar… evrim ağaçlarına yönelik hata-araştırma
yöntemi, bu hataların tahmin edilenden daha çok olduğunu ortaya koyuyor.167
Böylece
Forster'ın bu tespitiyle birlikte, evrimcilerin çalışmalarında kullandıkları
istatistiki verilerin güvenilmezliği daha da pekişmiştir. Görüldüğü gibi
günümüzde yaşayan insanların genlerine bakıp, tamamen hatalı bir yöntemle
sürdürülen ve sadece evrimci ön yargılarla yorumlanan genetik analizler, evrime
bir kanıt değildir. Mitokondriyel DNA analizlerinin tutarsızlığını ispatlayan
somut bilimsel kanıtlar, bu alandaki evrimci iddiaları boşa çıkarmaktadır.
Gerçekten yaşanmış bir evrim süreci olmadığı için, herkes kendine göre ayrı bir
senaryo kurgulamaktadır. Mitokondriyel Havva tezi de ağır darbeler alarak bilim
tarihine gömülmek üzere olan, evrim teorisini zorla ayakta tutma çabalarından
biridir.
Bencil
Gen, Bilinçli Gen İddialarının Geçersizliği
Darwinistlerin
hayali iddialarından bir diğeri de "bencil gen teorisi (gen seleksiyon
teorisi)"dir. Söz konusu teoriye göre belirli gen türleri, hayatta
kalabilme ve üremede daha iyi olan canlılar yaparak ya da geliştirerek, kendi
hayatta kalabilme olanaklarını artırmaktadırlar. Bu yüzden kendi genlerini
sonraki nesillere geçirmede daha iyi olan, bitki ve hayvan üretebilen gen
türlerinin, dünyaya hakim olacağı iddia edilmektedir.168
Teorinin
geçersizliğine değinmeden evvel, teorinin ortaya atılış şeklini de belirtmekte
fayda vardır. Gen seleksiyonculuğu, felsefecilerin indirgemecilik
(reductionism) olarak adlandırdıkları mantık yürütmeye bir örnektir. İndirgemeciler,
insan aklı da dahil olmak üzere, herşeyin madde esasına indirgenebileceğini
iddia etmektedirler. Ancak bir önceki bölümde detaylı açıkladığımız gibi
"hayatın sadece maddeden ibaret olduğu" iddiası açıkça bir yanılgıdır.
Dolayısıyla bu felsefeyi insana uyarlayan ve evrim teorisinin koyu bir
savunucusu olan Richard Dawkins'in iddiaları da yanlış, hatta saçmadır.
Dawkinse göre: "Biz hayatta kalma makineleriyiz, genler olarak bilinen
bencil molekülleri koruyabilmek için kör olarak programlanmış robot araçlarız."169 Richard
Dawkins, "The Selfish Gene" (Bencil Gen) adlı kitabında, tüm
canlıların aslında, "bencil, çıkarcı ve sadece kendisini çoğaltarak varlığını
korumaya çalışan genlerden ibaret olduğunu" ve "hayatın tek amacının
DNA'nın hayatta kalması olduğunu" ileri sürmektedir. Oysa bu iddia
temelsiz ve son derece akıl dışı bir varsayıma -genlerin bir aklı, bilinci ve
hatta "karakteri" olduğu varsayımına- dayanmaktadır. Bu, günümüzdeki
materyalist indirgemeciliğin, ne denli hatalı sonuçlara vardırabileceğinin bir
göstergesidir.
Bu
varsayımın saçmalığını görmek içinse, genlerin ne olduğunu hatırlamak
yeterlidir: Genler, birbirine eklenmiş ve özel bir "katlama ve
paketleme" yöntemi ile sıkıştırılmış DNA parçalarıdır. DNA ise detaylarına
önceki bölümlerde değindiğimiz gibi, belirli bir şifreyi içerecek biçimde
birbirine eklenmiş uzun dev bir moleküldür. Elbette ki kör ve şuursuz atomların
biraraya gelmesiyle oluşan bir molekülün "bencil" olması,
"kendisini üreme yoluyla çoğaltmayı hedeflemesi" veya başka bir şekilde
bilinçli bir amaca sahip olması mümkün değildir. DNA, temelinde bir atomlar
zinciridir ve hiçbir atom, akıl ve bilince, özellikle de "bencilliğe"
sahip değildir. Dolayısıyla Dawkins'in ortaya attığı "bencil gen"
tezi, akıl ve bilim dışı bir masaldan ibarettir.
Avustralyalı
bilim adamı Lucy G. Sullivan, Dawkins'i, "yazdıklarının, sahte-bilimsel
teorilerin palazlanmasına yol açtığı ve daha çok edebiyatın konusu olabilecek
ilgi alanlarının bilime girmesine sebep olduğu" için eleştirmiştir.170
Harvard Üniversitesi'nden evrim genetikçisi Richard Lewontin, Dawkins'i
"piyasada satan hikayelerinde doğrulanmamış veya gerçeğe aykırı iddialara
yer veren" yazarlar arasında saymıştır:
Yeterli
kanıta dayanmayan iddialar, bilim literatürünü, özellikle popüler bilim yazarlığı
literatürünü doldurmaktadır. Carl Sagan'ın "bilimin popülerleşmesine katkıda
bulunan en iyi çağdaş yazarlar listesi, E. O. Wilson, Lewis Thomas ve Richard
Dawkins'i içermektedir, ki bunların her biri, piyasada sattıkları hikayelerinin
içinde, doğrulanmamış veya gerçeğe aykırı iddialara yer vermişlerdir.171
Bizzat
Dawkins'in kendisi, yaptığının bir taraftarlık olduğunu, tezinin bilimsel bir
tez olmadığını itiraf etmekle, tüm bunları propaganda amaçlı olarak sürdürdüğünü
de gözler önüne sermektedir. The Extended Phenotype (Genişletilmiş
Fenotip) isimli kitabının birinci sayfasında şunları yazmaktadır:
Bu
çalışmam, utanmazca bir taraftarlık. Hayvan ve bitkilere bakmak ve yaptıklarını
neden yaptıklarını merak etmek için belli bir yöntemi savunmak istiyorum.
Taraftarlığını yaptığım şey, yeni bir teori, doğrulanabilir veya yanlışlanabilir
yeni bir hipotez ya da öngörüleriyle değerlendirilebilir bir model de değil. 172
Evrimciler,
insanın ruhunun varlığını kabul etmek istemedikleri için, insanı bir madde yığınından
ibaret görmekte, dolayısıyla bu madde yığınının bir yerine bir şekilde şuur
atfetmeye çalışmaktadırlar. Genlere şuur atfedecek kadar tutarsız bir iddia
ileri sürmeleri ise, ne kadar zor durumda kaldıklarının bir göstergesidir.
Eskiden tahtadan veya taştan yapılma putlarda akıl ve bilinç olduğunu zanneden
putperestlerin yerini, günümüzde moleküllerde, bu molekülleri oluşturan cansız
atomlarda akıl ve bilinç olduğunu zanneden evrimciler almıştır.
Bu
batıl inanışın sonucu olarak şiddet, cinsel taciz, tecavüz, saldırganlık, kıskançlık
gibi özelliklerin insanlara sözde hayvan atalarından miras kaldığı ve bu davranışların
evrimin doğal bir sonucu olduğu iddia edilmektedir. Bu iddianın temelinde ise,
insanın genlerden ibaret bir makine olduğu, genlerin ise sanki bilinçli bir
varlık gibi sürekli olarak "evrimleşme ve hayatta kalma" amacında
olduğu şeklindeki evrimci bir batıl inanış yatmaktadır.
Nasıl
ki bir kitabın "bencil" olması, "kendisini üreme yoluyla çoğaltmayı
hedeflemesi" veya herhangi bir şekilde bilince sahip olması mümkün değilse,
aynı durum DNA için de geçerlidir. Çünkü DNA, şuursuz ve cansız atomlardan oluşan
bir molekül zinciridir ve hiçbir molekül akıl ve bilince sahip değildir. Ayrıca
İsrailli bilim adamı Gerald L. Schroeder, hücrenin bölünerek DNA'sını aktarmasının,
iddiaların aksine bencilce değil, fedakarane bir davranış olduğuna dikkat
çekmektedir:
Mayoz
bölünmenin çözülemeyen yönlerinden biri de hücrenin fedakar doğasıdır. Bir
hücre neden kromozomal bilgisinin yarısından feragat edip, üretilecek hücrenin
kendisinin kopyası olamayacağını garantileyen bir anlaşmaya kendi isteğiyle katılsın
ki? Ben bu fedakarlığın öz-yıkıma işaret ettiğini düşünürüm. Zira bir ebeveynin
kromozomlarını bir diğerinin kromozomları ile karıştırması, ebeveyn çocukta
yeniden tam olarak hayat bulamayacağı için, bir anlamda öz-yıkımdır. Tamamen
bencil olan bir hücrenin bu konuda da bencil davranması hiç de şaşırtıcı bir şey
olmazdı... Bireyin mayoz bölünmeden hiçbir kazancı yoktur.173
Dolayısıyla
bencil gen iddiasının, gerçeklerle bir ilgisi yoktur ve iddia, hayalden öteye
gidememektedir. İnsanları hayvan olarak nitelendiren, bir insanı sadece
genlerini taşımakla ve bir sonraki nesle aktarmakla sorumlu bir robot gibi
gören Darwinist düşünce, 20. yüzyılda büyük bir artış gösteren şiddet olaylarının,
soykırımların, zalimliklerin, ahlaki dejenerasyonun da en büyük sorumlusu olmuştur.
Çünkü bu tür bir bakış açısı, tüm zalimliklere, saldırganlıklara, ahlaksızlığa
sözde bilimsel bir meşruiyet kazandırmıştır. 20. yüzyılın en büyük katliamlarını
gerçekleştiren Hitler dahi, kendisine Darwinizm'i destek olarak göstermiştir.
Sözde "üstün ırk"ın dışındaki ırkların yaşamalarına gerek görmeyen,
onları öldürmeyi hayvanları öldürmekle bir tutan Hitler'e, zalimliği ve saldırganlığı
konusunda destek veren yine Darwinizm olmuştur.
İnsanların
genetik olarak saldırgan, acımasız, rekabetçi, bencil, katil olabileceğini
savunan Darwinizm, tüm suçları meşru göstermek için kullanılan bir safsatadır.
Her insan Allah'ın kendisine üflediği ruhu taşır ve kendisini yoktan var eden
Rabbimiz'e karşı sorumludur. Allah, Kuran'da kendisini başıboş zannedenlere
yaratılışlarını ve ölümden sonra tekrar dirileceklerini şöyle bildirmektedir:
İnsan,
'kendi başına ve sorumsuz' bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi, akıtılan meniden
bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu)
yarattı ve bir 'düzen içinde biçim verdi.' Böylece ondan, erkek ve dişi olmak
üzere çift kıldı. (Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir?
(Kıyamet Suresi, 36-40)
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, |
Sonuç
İdeolojik
kaygılardan sıyrılıp, evrimcilerin taraflı yorumlarından bağımsız çalışan bir
bilim, kuşkusuz hızla gelişmeye başlayacaktır. Mantığın, aklın ve bilimin
gösterdiği doğrultuda gerçekler dikkate alınmış olsa, canlılığın kökeni,
"tesadüf" safsatasına yönelmeden araştırılsa, evrenin ve canlılığın
nasıl var olduğu sorusuna en net ve hızlı cevabın alınması da mümkün olacaktır.
Böylece gerçek bilimin önü açılacak, bilimsel gelişmeler hız kazanacak, sahte
deliller sunmak için emek, zaman ve para harcanmayacak ve bilim, tesadüf gibi
mantıksız, çelişki dolu kavramları, safsataları savunmak gibi faydasız amaçlardan
kurtulmuş olacaktır. Bir ayette Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"Ve
elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah'a) teslim
olanlar, artık onlar 'gerçeği ve doğruyu' araştırıp-bulanlardır." (Cin
Suresi, 14)
Yorumlar
Yorum Gönder