EK BÖLÜM Evrim Yanılgısı
Darwinizm,
yani evrim teorisi, Yaratılış gerçeğini reddetmek amacıyla ortaya atılmış,
ancak başarılı olamamış bilim dışı bir safsatadan başka bir şey değildir.
Canlılığın, cansız maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden bu teori,
evrende ve canlılarda çok açık bir düzen bulunduğunun bilim tarafından ispat
edilmesiyle ve evrimin hiçbir zaman yaşanmadığını ortaya koyan 350 milyona
yakın fosilin bulunmasıyla çürümüştür. Böylece Allah'ın tüm evreni ve canlıları
yaratmış olduğu gerçeği, bilim tarafından da kanıtlanmıştır. Bugün evrim
teorisini ayakta tutmak için dünya çapında yürütülen propaganda, sadece
bilimsel gerçeklerin çarpıtılmasına, taraflı yorumlanmasına, bilim görüntüsü
altında söylenen yalanlara ve yapılan sahtekarlıklara dayalıdır.
Ancak
bu propaganda gerçeği gizleyememektedir. Evrim teorisinin bilim tarihindeki en
büyük yanılgı olduğu, son 20-30 yıldır bilim dünyasında giderek daha yüksek
sesle dile getirilmektedir. Özellikle 1980'lerden sonra yapılan araştırmalar,
Darwinist iddiaların tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuş ve bu gerçek pek çok
bilim adamı tarafından dile getirilmiştir. Özellikle ABD'de, biyoloji,
biyokimya, paleontoloji gibi farklı alanlardan gelen çok sayıda bilim adamı,
Darwinizm'in geçersizliğini görmekte, canlıların kökenini Yaratılış gerçeğiyle
açıklamaktadırlar.
Evrim
teorisinin çöküşünü ve Yaratılış'ın delillerini diğer pek çok çalışmamızda
bütün bilimsel detaylarıyla ele aldık ve almaya devam ediyoruz. Ancak konuyu,
taşıdığı büyük önem nedeniyle, burada da özetlemekte yarar vardır.
Darwin'i
Yıkan Zorluklar
Evrim
teorisi, tarihi eski Yunan'a kadar uzanan pagan bir öğreti olmakla birlikte,
kapsamlı olarak 19. yüzyılda ortaya atıldı. Teoriyi bilim dünyasının gündemine
sokan en önemli gelişme, Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin
Kökeni adlı kitabıydı. Darwin bu kitapta dünya üzerindeki farklı canlı
türlerini Allah'ın ayrı ayrı yarattığı gerçeğine kendince karşı çıkıyordu.
Darwin'in yanılgılarına göre, tüm türler ortak bir atadan geliyorlardı ve zaman
içinde küçük değişimlerle farklılaşmışlardı.
Darwin'in
teorisi, hiçbir somut bilimsel bulguya dayanmıyordu; kendisinin de kabul ettiği
gibi sadece bir "mantık yürütme" idi. Hatta Darwin'in kitabındaki
"Teorinin Zorlukları" başlıklı uzun bölümde itiraf ettiği gibi, teori
pek çok önemli soru karşısında açık veriyordu.
Darwin,
teorisinin önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni
bilimsel bulguların teorisini güçlendireceğini umuyordu. Bunu kitabında sık sık
belirtmişti. Ancak gelişen bilim, Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin
temel iddialarını birer birer dayanaksız bırakmıştır.
Darwinizm'in
bilim karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:
1)
Teori, hayatın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla
açıklayamamaktadır.
2)
Teorinin öne sürdüğü "evrim mekanizmaları"nın, gerçekte evrimleştirici
bir etkiye sahip olduğunu gösteren hiçbir bilimsel bulgu yoktur.
3)
Fosil kayıtları, evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya
koymaktadır.
Bu
bölümde, bu üç temel başlığı ana hatları ile inceleyeceğiz.
Aşılamayan
İlk Basamak: Hayatın Kökeni
Evrim
teorisi, tüm canlı türlerinin, bundan yaklaşık 3.8 milyar yıl önce dünyada
hayali şekilde tesadüfen ortaya çıkan tek bir canlı hücreden geldiklerini iddia
etmektedir. Tek bir hücrenin nasıl olup da milyonlarca kompleks canlı türünü
oluşturduğu ve eğer gerçekten bu tür bir evrim gerçekleşmişse neden bunun
izlerinin fosil kayıtlarında bulunamadığı, teorinin açıklayamadığı
sorulardandır. Ancak tüm bunlardan önce, iddia edilen evrim sürecinin ilk
basamağı üzerinde durmak gerekir. Sözü edilen o "ilk hücre" nasıl
ortaya çıkmıştır?
Evrim
teorisi, Yaratılış'ı cahilce reddettiği için, o "ilk hücre"nin,
hiçbir plan ve düzenleme olmadan, doğa kanunları içinde kör tesadüflerin ürünü
olarak meydana geldiğini iddia eder. Yani teoriye göre, cansız madde tesadüfler
sonucunda ortaya canlı bir hücre çıkarmış olmalıdır. Ancak bu, bilinen en temel
biyoloji kanunlarına aykırı bir iddiadır.
"Hayat
Hayattan Gelir"
Darwin,
kitabında hayatın kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun dönemindeki
ilkel bilim anlayışı, canlıların çok basit bir yapıya sahip olduklarını
varsayıyordu. Ortaçağ'dan beri inanılan "spontane jenerasyon" adlı
teoriye göre, cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık
oluşturabileceklerine inanılıyordu. Bu dönemde böceklerin yemek artıklarından,
farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Bunu ispatlamak için de
ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine biraz buğday konmuş ve
biraz beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı.
Etlerin
kurtlanması da hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil
sayılıyordu. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar
kendiliklerinden oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen
larvalardan çıkıyorlardı. Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını
yazdığı dönemde ise, bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri inancı, bilim
dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.
Oysa
Darwin'in kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis
Pasteur, evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı
uzun çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti: "Cansız
maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe
gömülmüştür." (Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The
Origin of Life, New York: Marcel Dekker, 1977, s. 2.)
Evrim
teorisinin savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karşı uzun süre direndiler.
Ancak gelişen bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça,
hayatın kendiliğinden oluşabileceği iddiasının geçersizliği daha da açık hale
geldi.
20.
Yüzyıldaki Sonuçsuz Çabalar
20.
yüzyılda hayatın kökeni konusunu ele alan ilk evrimci, ünlü Rus biyolog
Alexander Oparin oldu. Oparin, 1930'lu yıllarda ortaya attığı birtakım
tezlerle, canlı hücresinin tesadüfen meydana gelebileceğini ispat etmeye
çalıştı. Ancak bu çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanacak ve Oparin şu itirafı
yapmak zorunda kalacaktı: "Maalesef hücrenin kökeni, evrim teorisinin
tümünü içine alan en karanlık noktayı oluşturmaktadır." (Alexander I.
Oparin, Origin of Life, (1936) New York, Dover Publications, 1953
(Reprint), s. 196.)
Oparin'in
yolunu izleyen evrimciler, hayatın kökeni konusunu çözüme kavuşturacak deneyler
yapmaya çalıştılar. Bu deneylerin en ünlüsü, Amerikalı kimyacı Stanley Miller
tarafından 1953 yılında düzenlendi. Miller, ilkel dünya atmosferinde olduğunu
iddia ettiği gazları bir deney düzeneğinde birleştirerek ve bu karışıma enerji
ekleyerek, proteinlerin yapısında kullanılan birkaç organik molekül (aminoasit)
sentezledi.
O
yıllarda evrim adına önemli bir aşama gibi tanıtılan bu deneyin geçerli
olmadığı ve deneyde kullanılan atmosferin gerçek dünya koşullarından çok farklı
olduğu, ilerleyen yıllarda ortaya çıkacaktı. ("New Evidence on Evolution
of Early Atmosphere and Life", Bulletin of the American Meteorological
Society, c. 63, Kasım 1982, s. 1328-1330)
Uzun
süren bir sessizlikten sonra Miller'in kendisi de kullandığı atmosfer ortamının
gerçekçi olmadığını itiraf etti. (Stanley Miller, Molecular Evolution of
Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules, 1986,
s. 7.)
Hayatın
kökeni sorununu açıklamak için 20. yüzyıl boyunca yürütülen tüm evrimci çabalar
hep başarısızlıkla sonuçlandı. San Diego Scripps Enstitüsü'nden ünlü jeokimyacı
Jeffrey Bada, evrimci Earth dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir
makalede bu gerçeği şöyle kabul eder:
Bugün,
20. yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz
en büyük çözülmemiş problemle karşı karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı?
(Jeffrey Bada, Earth, Şubat 1998, s. 40.)
Hayatın
Kompleks Yapısı
Evrimcilerin
hayatın kökeni konusunda bu denli büyük bir açmaza girmelerinin başlıca nedeni,
Darwinistlerin en basit zannettikleri canlı yapıların bile olağanüstü derecede
kompleks özelliklere sahip olmasıdır. Canlı hücresi, insanoğlunun yaptığı bütün
teknolojik ürünlerden daha komplekstir.
Öyle ki, bugün dünyanın en gelişmiş laboratuvarlarında bile cansız maddeler
biraraya getirilerek canlı bir hücre, hatta hücreye ait tek bir protein bile
üretilememektedir.
Bir
hücrenin meydana gelmesi için gereken şartlar, asla rastlantılarla
açıklanamayacak kadar fazladır. Ancak bunu detaylarıyla açıklamaya bile gerek
yoktur. Evrimciler daha hücre aşamasına gelmeden çıkmaza girerler. Çünkü
hücrenin yapı taşlarından biri olan proteinlerin tek bir tanesinin dahi
tesadüfen meydana gelmesi ihtimali matematiksel olarak "0"dır.
Bunun
nedenlerinden başlıcası bir proteinin oluşması için başka proteinlerin
varlığının gerekmesidir ki bu, bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimalini
tamamen ortadan kaldırır. Dolayısıyla tek başına bu gerçek bile evrimcilerin
tesadüf iddiasını en baştan yok etmek için yeterlidir. Konunun önemi açısından
özetle açıklayacak olursak,
1. Enzimler olmadan protein sentezlenemez ve
enzimler de birer proteindir.
2. Tek bir proteinin sentezlenmesi için 100'e
yakın proteinin hazır bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla proteinlerin varlığı
için proteinler gerekir.
3. Proteinleri sentezleyen enzimleri DNA üretir.
DNA olmadan protein sentezlenemez. Dolayısıyla proteinlerin oluşabilmesi için
DNA da gerekir.
4. Protein sentezleme işleminde hücredeki tüm
organellerin önemli görevleri vardır. Yani proteinlerin oluşabilmesi için,
eksiksiz ve tam işleyen bir hücrenin tüm organelleri ile var olması gerekmektedir.
Hücrenin
çekirdeğinde yer alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülü ise, inanılmaz
bir bilgi bankasıdır. İnsan DNA'sının içerdiği bilginin, eğer kağıda dökülmeye
kalkılsa, 500'er sayfadan oluşan 900 ciltlik bir kütüphane oluşturacağı hesaplanmaktadır.
Bu
noktada çok ilginç bir ikilem daha vardır: DNA, yalnız birtakım özelleşmiş
proteinlerin (enzimlerin) yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de
ancak DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı
olduklarından, eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var
olmaları gerekir. Bu ise, hayatın kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza
sokmaktadır. San Diego California Üniversitesi'nden ünlü evrimci Prof. Leslie
Orgel, Scientific American dergisinin Ekim 1994 tarihli sayısında bu
gerçeği şöyle itiraf eder:
Son
derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve
DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede
ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün
değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla
mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. (Leslie E. Orgel, The
Origin of Life on Earth, Scientific American, c. 271, Ekim 1994, s. 78.)
Kuşkusuz
eğer hayatın kör tesadüfler neticesinde kendi kendine ortaya çıkması imkansız
ise, bu durumda hayatın yaratıldığını kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel
amacı Yaratılış'ı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz kılmaktadır.
Evrimin
Hayali Mekanizmaları
Darwin'in
teorisini geçersiz kılan ikinci büyük nokta, teorinin "evrim
mekanizmaları" olarak öne sürdüğü iki kavramın da gerçekte hiçbir
evrimleştirici güce sahip olmadığının anlaşılmış olmasıdır.
Darwin,
ortaya attığı evrim iddiasını tamamen "doğal seleksiyon"
mekanizmasına bağlamıştı. Bu mekanizmaya verdiği önem, kitabının isminden de
açıkça anlaşılıyordu: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...
Doğal seleksiyon, doğal seçme demektir. Doğadaki yaşam
mücadelesi içinde,
doğal şartlara uygun ve güçlü canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır.
Örneğin yırtıcı hayvanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha
hızlı koşabilen geyikler hayatta kalacaktır. Böylece geyik sürüsü, hızlı ve
güçlü bireylerden oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri
evrimleştirmez, onları başka bir canlı türüne, örneğin atlara dönüştürmez.
Dolayısıyla
doğal seleksiyon mekanizması hiçbir evrimleştirici güce sahip değildir. Darwin
de bu gerçeğin farkındaydı ve Türlerin Kökeni adlı kitabında "Faydalı
değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz"
demek zorunda kalmıştı. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile
of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 184.)
Lamarck'ın
Etkisi
Peki
bu "faydalı değişiklikler" nasıl oluşabilirdi? Darwin, kendi
döneminin ilkel bilim anlayışı içinde, bu soruyu Lamarck'a dayanarak
cevaplamaya çalışmıştı. Darwin'den önce yaşamış olan Fransız biyolog Lamarck'a
göre, canlılar yaşamları sırasında geçirdikleri fiziksel değişiklikleri sonraki
nesle aktarıyorlar, nesilden nesile biriken bu özellikler sonucunda yeni türler
ortaya çıkıyordu. Örneğin Lamarck'a göre zürafalar ceylanlardan türemişlerdi,
yüksek ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları
uzamıştı.
Darwin
de benzeri örnekler vermiş, örneğin Türlerin Kökeni adlı kitabında,
yiyecek bulmak için suya giren bazı ayıların zamanla balinalara dönüştüğünü
iddia etmişti. (B. G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of
Truth Trust, 1988.)
Ama
Mendel'in keşfettiği ve 20.yüzyılda gelişen genetik bilimiyle kesinleşen
kalıtım kanunları, kazanılmış özelliklerin sonraki nesillere aktarılması
efsanesini kesin olarak yıktı. Böylece doğal seleksiyon "tek başına"
ve dolayısıyla tümüyle etkisiz bir mekanizma olarak kalmış oluyordu.
Neo-Darwinizm
ve Mutasyonlar
Darwinistler
ise bu duruma bir çözüm bulabilmek için 1930'ların sonlarında, "Modern
Sentetik Teori"yi ya da daha yaygın ismiyle neo-Darwinizm'i ortaya
attılar. Neo-Darwinizm, doğal seleksiyonun yanına "faydalı değişiklik
sebebi" olarak mutasyonları, yani canlıların genlerinde radyasyon gibi dış
etkiler ya da kopyalama hataları sonucunda oluşan bozulmaları ekledi. Bugün de
hala bilimsel olarak geçersiz olduğunu bilmelerine rağmen, Darwinistlerin savunduğu
model neo-Darwinizm'dir. Teori, yeryüzünde bulunan milyonlarca canlı türünün,
bu canlıların, kulak, göz, akciğer, kanat gibi sayısız kompleks organlarının
"mutasyonlara", yani genetik bozukluklara dayalı bir süreç sonucunda
oluştuğunu iddia etmektedir. Ama teoriyi çaresiz bırakan açık bir bilimsel
gerçek vardır: Mutasyonlar canlıları geliştirmezler, aksine her zaman için
canlılara zarar verirler.
Bunun
nedeni çok basittir: DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde
oluşan herhangi bir tesadüfi etki ancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G.
Ranganathan bunu şöyle açıklar:
Mutasyonlar
küçük, rasgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi
ihtimalle etkisizdirler. Bu üç özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme
meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir
organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır
ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rasgele bir değişim kol saatini
geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle
etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir.
(Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition,
Harvard University Press, 1964, s. 179.)
Nitekim
bugüne kadar hiçbir yararlı, yani genetik bilgiyi geliştiren mutasyon örneği
gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların zararlı olduğu görüldü. Anlaşıldı ki, evrim
teorisinin "evrim mekanizması" olarak gösterdiği mutasyonlar,
gerçekte canlıları sadece tahrip eden, sakat bırakan genetik olaylardır.
(İnsanlarda mutasyonun en sık görülen etkisi de kanserdir.) Elbette tahrip
edici bir mekanizma "evrim mekanizması" olamaz. Doğal seleksiyon ise,
Darwin'in de kabul ettiği gibi, "tek başına hiçbir şey yapamaz." Bu
gerçek bizlere doğada hiçbir "evrim mekanizması" olmadığını
göstermektedir. Evrim mekanizması olmadığına göre de, evrim denen hayali süreç
yaşanmış olamaz.
Fosil
Kayıtları: Ara Formlardan Eser Yok
Evrim
teorisinin iddia ettiği senaryonun yaşanmamış olduğunun en açık göstergesi ise
fosil kayıtlarıdır.
Evrim
teorisinin bilim dışı iddiasına göre bütün canlılar birbirlerinden
türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş
ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca
yıl süren uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir.
Bu
durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara
türler"in oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.
Örneğin
geçmişte, balık özelliklerini taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen
özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır.
Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri
kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde
oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler
geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali varlıklara "ara-geçiş
formu" adını verirler.
Eğer
gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin
milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu garip canlıların
kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Darwin, Türlerin
Kökeni'nde bunu şöyle açıklamıştır:
Eğer
teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka
yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil
kalıntıları arasında bulunabilir. (Charles Darwin, The Origin of Species,
s. 172, 280.)
Ancak
bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü
bulunamadığının da farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz
oluşturduğunu görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının
"Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle
yazmıştı:
Eğer
gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara
geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam
olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat
niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak
bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu
değil? (Charles Darwin, The Origin of Species, s. 172, 280)
Darwin'in
Yıkılan Umutları
Ancak
19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları
yapıldığı halde bu ara geçiş formlarına rastlanamamıştır. Yapılan kazılarda ve
araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine,
canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya
çıktıklarını göstermiştir.
Ünlü
İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın
bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Sorunumuz
şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar
seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle
gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz. (Derek A. Ager, "The
Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological
Association, c. 87, 1976, s. 133.)
Yani
fosil kayıtlarında, tüm canlı türleri, aralarında hiçbir geçiş formu olmadan
eksiksiz biçimleriyle aniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu, Darwin'in öngörülerinin
tam aksidir. Dahası, bu canlı türlerinin yaratıldıklarını gösteren çok güçlü
bir delildir. Çünkü bir canlı türünün, kendisinden evrimleştiği hiçbir atası
olmadan, bir anda ve kusursuz olarak ortaya çıkmasının tek açıklaması, o türün
yaratılmış olmasıdır. Bu gerçek, ünlü evrimci biyolog Douglas Futuyma
tarafından da kabul edilir:
Yaratılış
ve evrim, yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki
açıklamadır. Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir
biçimde ortaya çıkmışlardır ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir
değişim süreci sayesinde kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden
evrimleşerek meydana gelmiş olmalıdırlar. Ama eğer eksiksiz ve mükemmel bir
biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından
yaratılmış olmaları gerekir. (Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New
York: Pantheon Books, 1983. s. 197)
Fosiller
ise, canlıların yeryüzünde eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya
çıktıklarını göstermektedir. Yani "türlerin kökeni", Darwin'in
sandığının aksine, evrim değil Yaratılıştır.
İnsanın
Evrimi Masalı
Evrim
teorisini savunanların en çok gündeme getirdikleri konu, insanın kökeni
konusudur. Bu konudaki Darwinist iddia, insanın sözde maymunsu birtakım
yaratıklardan geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu
süreçte, insan ile hayali ataları arasında bazı "ara form"ların yaşadığı
iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu senaryoda dört temel
"kategori" sayılır:
1- Australopithecus
2- Homo habilis
3- Homo erectus
4- Homo sapiens
Evrimciler,
insanların sözde ilk maymunsu atalarına "güney maymunu" anlamına
gelen "Australopithecus" ismini verirler. Bu canlılar gerçekte
soyu tükenmiş bir maymun türünden başka bir şey değildir. Lord Solly Zuckerman
ve Prof. Charles Oxnard gibi İngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomistin Australopithecus
örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar, bu canlıların
sadece soyu tükenmiş bir maymun türüne ait olduklarını ve insanlarla hiçbir
benzerlik taşımadıklarını göstermiştir. (Charles E. Oxnard, "The Place
of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature,
c. 258, s. 389)
Evrimciler
insan evriminin bir sonraki safhasını da, "homo" yani insan olarak
sınıflandırırlar. İddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan
daha gelişmişlerdir. Evrimciler, bu farklı canlılara ait fosilleri ardı ardına
dizerek hayali bir evrim şeması oluştururlar. Bu şema hayalidir, çünkü gerçekte
bu farklı sınıfların arasında evrimsel bir ilişki olduğu asla
ispatlanamamıştır. Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki en önemli savunucularından
biri olan Ernst Mayr, "Homo sapiens'e uzanan zincir gerçekte
kayıptır" diyerek bunu kabul eder. (J. Rennie, "Darwin's Current
Bulldog: Ernst Mayr", Scientific American, Aralık 1992)
Evrimciler
"Australopithecus > Homo habilis > Homo erectus
> Homo sapiens" sıralamasını yazarken, bu türlerin her birinin,
bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler. Oysa paleoantropologların son
bulguları, Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus'un
dünya'nın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir.
(Alan Walker, Science, c. 207, 1980, s. 1103; A. J. Kelso, Physical
Antropology, 1. baskı, New York: J. B. Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D.
Leakey, Olduvai Gorge, c. 3, Cambridge: Cambridge University Press, 1971, s.
272)
Dahası
Homo erectus sınıflamasına ait insanların bir bölümü çok modern zamanlara
kadar yaşamışlar, Homo sapiens neandertalensis ve Homo sapiens
sapiens (insan) ile aynı ortamda yan yana bulunmuşlardır. (Time,
Kasım 1996)
Bu
ise elbette bu sınıfların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının
geçersizliğini açıkça ortaya koymaktadır. Harvard Üniversitesi
paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi de bir evrimci olmasına karşın,
Darwinist teorinin içine girdiği bu çıkmazı şöyle açıklar:
Eğer
birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi
varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki, bunların biri
diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel
bir gelişme trendi göstermemektedirler. (S. J. Gould, Natural History,
c. 85, 1976, s. 30.)
Kısacası,
medyada ya da ders kitaplarında yer alan hayali birtakım "yarı maymun,
yarı insan" canlıların çizimleriyle, yani sırf propaganda yoluyla ayakta
tutulmaya çalışılan insanın evrimi senaryosu, hiçbir bilimsel temeli olmayan
bir masaldan ibarettir. Bu konuyu uzun yıllar inceleyen, özellikle Australopithecus
fosilleri üzerinde 15 yıl araştırma yapan İngiltere'nin en ünlü ve saygın bilim
adamlarından Lord Solly Zuckerman, bir evrimci olmasına rağmen, ortada maymunsu
canlılardan insana uzanan gerçek bir soy ağacı olmadığı sonucuna varmıştır.
Zuckerman
bir de ilginç bir "bilim skalası" yapmıştır. Bilimsel olarak kabul
ettiği bilgi dallarından, bilim dışı olarak kabul ettiği bilgi dallarına kadar
bir yelpaze oluşturmuştur. Zuckerman'ın bu tablosuna göre en
"bilimsel" -yani somut verilere dayanan- bilgi dalları kimya ve
fiziktir. Yelpazede bunlardan sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal
bilimler gelir. Yelpazenin en ucunda, yani en "bilim dışı" sayılan
kısımda ise, Zuckerman'a göre, telepati, altıncı his gibi "duyum ötesi
algılama" kavramları ve bir de "insanın evrimi" vardır!
Zuckerman, yelpazenin bu ucunu şöyle açıklar:
Objektif
gerçekliğin alanından çıkıp da, biyolojik bilim olarak varsayılan bu alanlara
-yani duyum ötesi algılamaya ve insanın fosil tarihinin yorumlanmasına- girdiğimizde,
evrim teorisine inanan bir kimse için herşeyin mümkün olduğunu görürüz. Öyle ki
teorilerine kesinlikle inanan bu kimselerin çelişkili bazı yargıları aynı anda
kabul etmeleri bile mümkündür. (Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower,
New York: Toplinger Publications, 1970, s. 19.)
İşte
insanın evrimi masalı da, teorilerine körü körüne inanan birtakım insanların
buldukları bazı fosilleri ön yargılı bir biçimde yorumlamalarından ibarettir.
Darwin
Formülü!
Şimdiye
kadar ele aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin
nasıl saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği
kadar açık bir örnekle özetleyelim.
Evrim
teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu akıl
dışı iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi
oluşturmuşlardır ve sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve
insanı meydana getirmişlerdir. Şimdi düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan
karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir
yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir
canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir "deney" tasarlayalım ve
evrimcilerin aslında savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri
iddiayı onlar adına "Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler,
çok sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot,
karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar.
Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli
gördükleri malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine,
istedikleri kadar amino asit,
istedikleri kadar da protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda
ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar.
Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu
uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca, hatta
trilyonlarca sene sürekli varillerin başında beklesinler.
Bir
canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa
hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden
kesinlikle bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları,
kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri,
zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları,
domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri,
şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca
canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu
canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.
Kısacası,
bilinçsiz atomlar biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni
bir karar vererek bir hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp,
elektron mikroskobunu bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında
izleyen profesörleri oluşturamazlar. Madde, ancak Yüce Allah'ın üstün
yaratmasıyla hayat bulur.
Bunun
aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır.
Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki
örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça gösterir.
Göz
ve Kulaktaki Teknoloji
Evrim
teorisinin kesinlikle açıklama getiremeyeceği bir diğer konu ise göz ve
kulaktaki üstün algılama kalitesidir.
Gözle
ilgili konuya geçmeden önce "Nasıl görürüz?" sorusuna kısaca cevap
verelim. Bir cisimden gelen ışınlar, gözde retinaya ters olarak düşer. Bu
ışınlar, buradaki hücreler tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülür ve
beynin arka kısmındaki görme merkezi denilen küçücük bir noktaya ulaşır. Bu
elektrik sinyalleri bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü
olarak algılanır. Bu bilgiden sonra şimdi düşünelim:
Beyin
ışığa kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin bulunduğu yere
kadar giremez. Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı,
belki de hiç karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri
karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyretmektesiniz.
Üstelik
bu o kadar net ve kaliteli bir görüntüdür ki 21. yüzyıl teknolojisi bile her
türlü imkana rağmen bu netliği sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz
kitaba, kitabı tutan ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize
bakın. Şu anda gördüğünüz netlik ve kalitedeki bu görüntüyü başka bir yerde
gördünüz mü? Bu kadar net bir görüntüyü size dünyanın bir numaralı televizyon
şirketinin ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez. 100 yıldır
binlerce mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için fabrikalar, dev
tesisler kurulmakta, araştırmalar yapılmakta, planlar ve tasarımlar
geliştirilmektedir. Yine bir TV ekranına bakın, bir de şu anda elinizde
tuttuğunuz bu kitaba. Arada büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu
göreceksiniz. Üstelik, TV ekranı size iki boyutlu bir görüntü gösterir, oysa
siz üç boyutlu, derinlikli bir perspektifi izlemektesiniz.
Uzun
yıllardır on binlerce mühendis üç boyutlu TV yapmaya, gözün görme kalitesine
ulaşmaya çalışmaktadırlar. Evet, üç boyutlu bir televizyon sistemi yapabildiler
ama onu da gözlük takmadan üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir
üç boyuttur. Arka taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur.
Hiçbir zaman gözün gördüğü kadar net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada
da, televizyonda da mutlaka görüntü kaybı meydana gelir.
İşte
evrimciler, bu kaliteli ve net görüntüyü oluşturan mekanizmanın tesadüfen
oluştuğunu iddia etmektedirler. Şimdi biri size, odanızda duran televizyon
tesadüfler sonucunda oluştu, atomlar biraraya geldi ve bu görüntü oluşturan
aleti meydana getirdi dese ne düşünürsünüz? Binlerce kişinin biraraya gelip
yapamadığını şuursuz atomlar nasıl yapsın?
Gözün
gördüğünden daha ilkel olan bir görüntüyü oluşturan alet tesadüfen
oluşamıyorsa, gözün ve gözün gördüğü görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok
açıktır. Aynı durum kulak için de geçerlidir. Dış kulak, çevredeki sesleri
kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses
titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri
elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Aynen görmede olduğu gibi
duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.
Gözdeki
durum kulak için de geçerlidir, yani beyin, ışık gibi sese de kapalıdır, ses
geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen
sessizdir. Buna rağmen en net sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen
beyninizde bir orkestranın senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm
gürültüsünü duyarsınız. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses
düzeyi ölçülse, burada keskin bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir.
Net
bir görüntü elde edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl kullanılıyorsa, ses için de
aynı çabalar onlarca yıldır sürdürülmektedir. Ses kayıt cihazları, müzik
setleri, birçok elektronik alet, sesi algılayan müzik sistemleri bu
çalışmalardan bazılarıdır. Ancak, tüm teknolojiye, bu teknolojide çalışan
binlerce mühendise ve uzmana rağmen kulağın oluşturduğu netlik ve kalitede bir
sese ulaşılamamıştır. En büyük müzik sistemi şirketinin ürettiği en kaliteli
müzik setini düşünün. Sesi kaydettiğinde mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya
az da olsa mutlaka parazit oluşur veya müzik setini açtığınızda daha müzik
başlamadan bir cızırtı mutlaka duyarsınız. Ancak insan vücudundaki teknolojinin
ürünü olan sesler son derece net ve kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir zaman
müzik setinde olduğu gibi cızırtılı veya parazitli algılamaz; ses ne ise tam ve
net bir biçimde onu algılar. Bu durum, insan yaratıldığı günden bu yana
böyledir.
Şimdiye
kadar insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve ses cihazı, göz ve kulak kadar
hassas ve başarılı birer algılayıcı olamamıştır. Ancak görme ve işitme
olayında, tüm bunların ötesinde, çok büyük bir gerçek daha vardır.
Beynin
İçinde Gören ve Duyan Şuur Kime Aittir?
Beynin
içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların
cıvıltılarını dinleyen, gülü koklayan kimdir?
İnsanın
gözlerinden, kulaklarından, burnundan gelen uyarılar, elektrik sinyali olarak
beyne gider. Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün
beyinde nasıl oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu hakkındaki
en önemli gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazsınız: Beyinde, bu elektrik
sinyallerini görüntü, ses, koku ve his olarak algılayan kimdir?
Beynin
içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir şuur
bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir?
Elbette
bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası ve sinir hücrelerine ait
değildir. İşte bu yüzden, herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden
Darwinist-materyalistler bu sorulara hiçbir cevap verememektedirler. Çünkü bu
şuur, Allah'ın yaratmış olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi
duymak için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde düşünmek için beyne
ihtiyaç duymaz.
Bu
açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç
santimetreküplük, kapkaranlık mekana tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve
ışıklı olarak sığdıran Yüce Allah'ı düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması
gerekir.
Materyalist
Bir İnanç
Buraya
kadar incelediklerimiz, evrim teorisinin bilimsel bulgularla açıkça çelişen bir
iddia olduğunu göstermektedir. Teorinin hayatın kökeni hakkındaki iddiası
bilime aykırıdır, öne sürdüğü evrim mekanizmalarının hiçbir evrimleştirici
etkisi yoktur ve fosiller teorinin gerektirdiği ara formların yaşamadıklarını
göstermektedir. Bu durumda, elbette, evrim teorisinin bilime aykırı bir düşünce
olarak bir kenara atılması gerekir. Nitekim tarih boyunca dünya merkezli evren
modeli gibi pek çok düşünce, bilimin gündeminden çıkarılmıştır. Ama evrim
teorisi ısrarla bilimin gündeminde tutulmaktadır. Hatta bazı insanlar teorinin
eleştirilmesini "bilime saldırı" olarak göstermeye bile
çalışmaktadırlar. Peki neden?..
Bu
durumun nedeni, evrim teorisinin bazı çevreler için, kendisinden asla
vazgeçilemeyecek dogmatik bir inanış oluşudur. Bu çevreler, materyalist
felsefeye körü körüne bağlıdırlar ve Darwinizm'i de doğaya getirilebilecek
yegane materyalist açıklama olduğu için benimsemektedirler.
Bazen
bunu açıkça itiraf da ederler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve
aynı zamanda önde gelen bir evrimci olan Richard Lewontin, "önce
materyalist, sonra bilim adamı" olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim
materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru
varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye
zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan
'a priori' bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren
araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru
olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.
(Richard Lewontin, "The Demon-Haunted World", The New York
Review of Books, 9 Ocak, 1997, s. 28)
Bu
sözler, Darwinizm'in, materyalist felsefeye bağlılık uğruna yaşatılan bir dogma
olduğunun açık ifadeleridir. Bu dogma, maddeden başka hiçbir varlık olmadığını
varsayar. Bu nedenle de cansız, bilinçsiz maddenin, hayatı var ettiğine inanır.
Milyonlarca farklı canlı türünün; örneğin kuşların, balıkların, zürafaların,
kaplanların, böceklerin, ağaçların, çiçeklerin, balinaların ve insanların
maddenin kendi içindeki etkileşimlerle, yani yağan yağmurla, çakan şimşekle,
cansız maddenin içinden oluştuğunu kabul eder. Gerçekte ise bu, hem akla hem
bilime aykırı bir kabuldür. Ama Darwinistler kendilerince Allah'ın apaçık olan
varlığını kabul etmemek için, bu akıl ve bilim dışı kabulü cehaletle savunmaya
devam etmektedirler.
Canlıların
kökenine materyalist bir ön yargı ile bakmayan insanlar ise, şu açık gerçeği
görürler: Tüm canlılar, üstün bir güç, bilgi ve akla sahip olan bir Yaratıcının
eseridirler. Yaratıcı, tüm evreni yoktan var eden, en kusursuz biçimde
düzenleyen ve tüm canlıları yaratıp şekillendiren Allah'tır.
Evrim
Teorisi Dünya Tarihinin En Etkili Büyüsüdür
Burada
şunu da belirtmek gerekir ki, ön yargısız, hiçbir ideolojinin etkisi altında
kalmadan, sadece aklını ve mantığını kullanan her insan, bilim ve medeniyetten
uzak toplumların hurafelerini andıran evrim teorisinin inanılması imkansız bir
iddia olduğunu kolaylıkla anlayacaktır.
Yukarıda
da belirtildiği gibi, evrim teorisine inananlar, büyük bir varilin içine birçok
atomu, molekülü, cansız maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde
düşünen, akleden, buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin,
Einstein, Hubble gibi bilim adamlarının, Frank Sinatra, Charlton Heston gibi
sanatçıların, bunun yanı sıra ceylanların, limon ağaçlarının, karanfillerin
çıkacağına inanmaktadırlar. Üstelik, bu saçma iddiaya inananlar bilim adamları,
profesörler, kültürlü, eğitimli insanlardır. Bu nedenle evrim teorisi için
"dünya tarihinin en büyük ve en etkili büyüsü" ifadesini kullanmak
yerinde olacaktır. Çünkü, dünya tarihinde insanların bu derece aklını başından
alan, akıl ve mantıkla düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki
bir perde çekip çok açık olan gerçekleri görmelerine engel olan bir başka inanç
veya iddia daha yoktur. Bu, Afrikalı bazı kabilelerin totemlere, Sebe halkının
Güneş'e tapmasından, Hz. İbrahim (as)'ın kavminin elleri ile yaptıkları
putlara, Hz. Musa (as)'ın kavminin içinden bazı insanların altından yaptıkları
buzağıya tapmalarından çok daha vahim ve akıl almaz bir körlüktür. Gerçekte bu
durum, Allah'ın Kuran'da işaret ettiği bir akılsızlıktır. Allah, bazı
insanların anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri görmekten aciz duruma
düşeceklerini birçok ayetinde bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:
Şüphesiz,
inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar.
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde
perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)
…
Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler,
kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha
aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Allah,
Hicr Suresi'nde ise, bu insanların mucizeler görseler bile inanmayacak kadar
büyülendiklerini şöyle bildirmektedir:
Onların
üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka:
"Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz"
diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)
Bu
kadar geniş bir kitlenin üzerinde bu büyünün etkili olması, insanların
gerçeklerden bu kadar uzak tutulmaları ve 150 yıldır bu büyünün bozulmaması
ise, kelimelerle anlatılamayacak kadar hayret verici bir durumdur. Çünkü, bir
veya birkaç insanın imkansız senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla dolu
iddialara inanmaları anlaşılabilir. Ancak dünyanın dört bir yanındaki
insanların, şuursuz ve cansız atomların ani bir kararla biraraya gelip;
olağanüstü bir organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir
sistemle işleyen evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan
Dünya gezegenini ve sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları meydana
getirdiğine inanmasının, "büyü"den başka bir açıklaması yoktur.
Nitekim,
Allah Kuran'da, inkarcı felsefenin savunucusu olan bazı kimselerin, yaptıkları
büyülerle insanları etkilediklerini Hz. Musa (as) ve Firavun arasında geçen bir
olayla bizlere bildirmektedir. Hz. Musa (as), Firavun'a hak dini anlattığında,
Firavun Hz. Musa (as)'a, kendi "bilgin büyücüleri" ile insanların
toplandığı bir yerde karşılaşmasını söyler. Hz. Musa (as), büyücülerle
karşılaştığında, büyücülere önce onların marifetlerini sergilemelerini emreder.
Bu olayın anlatıldığı ayet şöyledir:
(Musa:)
"Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini
büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir
getirmiş oldular. (Araf Suresi, 116)
Görüldüğü
gibi Firavun'un büyücüleri yaptıkları "aldatmacalar"la -Hz. Musa (as)
ve ona inananlar dışında- insanların hepsini büyüleyebilmişlerdir. Ancak,
onların attıklarına karşılık Hz. Musa (as)'ın ortaya koyduğu delil, onların bu
büyüsünü, ayette bildirildiği gibi
"uydurduklarını yutmuş" yani etkisiz kılmıştır:
Biz de
Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir
de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak
yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş
oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)
Ayetlerde
de bildirildiği gibi, daha önce insanları büyüleyerek etkileyen bu kişilerin
yaptıklarının bir sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile, söz konusu insanlar
küçük düşmüşlerdir. Günümüzde de bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı
altında son derece saçma iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını
adayanlar, eğer bu iddialardan vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa
çıktığında ve "büyü bozulduğunda" küçük duruma düşeceklerdir.
Nitekim, yaklaşık 60 yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir felsefeci olan,
ancak daha sonra gerçekleri gören Malcolm Muggeridge evrim teorisinin yakın
gelecekte düşeceği durumu şöyle açıklamaktadır:
Ben
kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih
kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak, bu kadar
çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini
hayretle karşılayacaktır. (Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand
Rapids: Eerdmans, 1980, s. 43)
Bu
gelecek, uzakta değildir aksine çok yakın bir gelecekte insanlar
"tesadüfler"in ilah olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi
dünya tarihinin en büyük aldatmacası ve en şiddetli büyüsü olarak
tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü, büyük bir hızla dünyanın dört bir yanında
insanların üzerinden kalkmaya başlamıştır. Artık evrim aldatmacasının sırrını
öğrenen birçok insan, bu aldatmacaya nasıl kandığını hayret ve şaşkınlıkla
düşünmektedir.
SÖZLÜK:
Adenin: DNA ve RNA'nın yapısına katılan pürin grubundan bir baz çeşidi.
Amino asit: Proteinlerin yapı taşı. Çok sayıda amino asit, peptid bağları ile
bağlanarak proteinleri oluşturur.
Anti-kodon: Transfer RNA ile taşınan amino asite uyumlu, kodondaki bazların
tamamlayıcısı. Transfer RNA'daki üçlü baz dizilimi.
Apoptosis: DNA parçalanması oluşturan, programlanmış hücre ölümü.
Asit: Hidrojen iyonu açığa çıkaran kimyasal madde.
ATP: Besinlerden elde edilen kimyasal enerjinin, mitokondrilerde hücrenin
kullanabileceği şekle dönüştürülmesiyle oluşan enerji paketleri.
Baz: DNA'nın kimyasal yapı taşları. Adenin, sitozin, timin ve guanin olarak
adlandırılırlar.
Biyoteknoloji: Özellikle DNA ve hücreyle ilgili konularda, kullanılan
biyolojik tekniklerin genel adı.
DNA (Deoksiribonükleik asit): Genetik bilgileri içeren ve
hücre çekirdeğinde yer alan ikili sarmal şeklindeki molekül.
Ekson: Mesajcı RNA'da bulunan bir gen bölgesi.
Embriyo: Yumurtanın döllenmesinden sonra oluşan canlının ilk hali.
Enzim: Hücre içinde üretilen ve yaşamsal faaliyetleri başlatan, hızlandıran
proteinler.
Ester bağ: DNA molekülündeki şeker ve fosfat gruplarını birbirlerine bağlayan
oldukça kuvvetli bir bağ çeşidi.
Fenotip: Çevre koşullarının etkisi altında meydana gelen ve sadece dış görünüm
bakımından değişmiş bulunan türler.
Fetus: Üçüncü gebelik ayı başından doğuma kadarki devre içinde, ana rahmindeki
canlıya verilen isim.
Gen: DNA molekülündeki, canlının kalıtsal özelliklerinden herhangi birini taşıyan
parçası.
Gen ekspresyonu: Kalıtımsal bilgi ile bir proteinin yapısının ortaya çıkarılması.
Transkripsiyon ve translasyon olaylarının toplamı.
Gen haritalaması: Bir DNA molekülündeki genlerin
konumlarının belirlenmesi. Bu haritalamada hangi genin bir diğerine göre
molekülün neresinde yer aldığı ve aralarında neler bulunduğu belirlenir.
Gen havuzu: Genetik bilimde bir canlı türünün varyasyon sınırları.
Gen regulasyonu: Gen düzenlenmesi. Hücrelerin farklı işlevler
edinmesini sağlayan genlerin açılıp kapanma süreci.
Gen tedavisi: Kalıtsal bozukluğun düzeltilmesi için sağlıklı DNA'nın,
hastalıklı hücrelere doğrudan zerk edilmesi.
Genetik: Kalıtımsal özellikleri inceleyen bilim dalı.
Genetik kod: Mesajcı RNA boyunca üçlü gruplar halinde bulunan ve
protein sentezi sırasında üretilen amino asit dizilimlerinin düzenini
belirleyen nükleotidler.
Genom: Bir canlının kromozomlarında yer alan genetik şifrelerin tamamı.
Genom projesi: İnsanın ya da başka canlıların genetik şifrelerinin
dizilimini saptamayı ve bunların haritalandırılmasını hedefleyen araştırmalar.
Genotip: Bireyin kalıtımsal özelliklerinin tümü.
Guanin: DNA ve RNA'nın yapısına katılan bir pürin bazı.
Helikaz: DNA'nın kopyalanması sırasında DNA'nın heliks zincirini fermuar gibi
açan enzim.
Hidrojen bağ: DNA'da nükleotidleri karşılıklı olarak bağlayan, kolaylıkla ayrılabilen, son derece
zayıf bir bağ çeşidi.
Histon: Hücre çekirdeğinde, DNA sarmalının etrafına sarıldığı proteinler.
İntron: Genlerin protein kodlamayan bölümleri.
Katalitik etki: Bir maddenin kimyasal bir tepkimede, hiçbir değişmeye
uğramadan tepkimenin olmasını veya hızının değişmesini sağlayan etkisi.
Klon: Genetik olarak birbirinin aynı olan canlılar.
Klonlama: Bir canlının aslının aynısının (kopyasının) yapılması.
Kodon: Mesajcı RNA üzerindeki, her biri bir amino aside uyan üçlü baz grupları.
Kovalent bağ: DNA molekülünün ana omurgasını oluşturan, karbonları
birbirlerine bağlayan sıkı bir bağ çeşidi.
Kromatid: Mitoz veya mayoz bölünme sürecinde, birbirine sentromerlerle bağlanmış
olarak duran kromozom çiflerinden her biri.
Kromozom: Hücre çekirdeğinde bulunan ve hücrenin kendi kendisini eksiksiz olarak
kopyalamasını sağlayan tüm bilgileri içeren DNA'lar.
Ligaz: Bir molekülün parçalanmasını ya da bir grubun molekülden uzaklaştırılmasını
sağlayan enzimler.
Mayoz: Üreme hücrelerinde görülen bir bölünme şekli. Canlıların çeşitlenmesine
ve farklı özellikler kazanmasına olanak sağlar.
Mesajcı RNA (mRNA): DNA üzerindeki şifreli genetik bilgiyi, protein
sentezi mekanizmasına taşıyan aracı molekül.
Mikron (m ): Milimetrenin binde biri (1m = 1/1000 mm).
Mitokondri: Hücrenin enerji santrali.
Mitoz: Bir hücreden aynı özellikte iki yeni hücre oluşmasını sağlayan bölünme
şekli. Büyüme ve gelişme sırasında vücut hücrelerinin çoğalmasını sağlar.
Molekül: İki veya daha fazla atomdan oluşan yapı.
Monomer: Bir kimyasal molekülde, yapının hep tekrarlanarak kendini göstermesi.
Morfogenez: Proteini üretilen hücrenin farklılaşması.
Mutant: DNA'sında değişiklik (mutasyon) meydana gelmiş olan canlı.
Mutasyon: Genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal
etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer değiştirmeler. DNA'yı oluşturan
nükleotidleri tahrip ederek ya da yerlerini değiştirerek, canlılarda kalıcı
hasarlara sebep olurlar.
Nükleaz: Nükleik asitleri parçalara bölen, kesen enzim grubunun genel adı.
Nükleik asit: Hücre çekirdeğinde bulunan, nükleotidlerin
birleşiminden oluşan kompleks yapıdaki bileşikler.
Nükleotid: Nükleik asitlerin (DNA, RNA) temel yapı birimleri. İki şeker, bir pürin
ve bir pürimidin bazından oluşan tek bir DNA dizisi.
Nükleozit: Nükleotidin fosfat bağlanmamış hali.
Nükleozom: Kromozomdaki DNA şeridinin histon proteinleri etrafında paketlenmiş
hali.
Nükleus: Hücredeki genetik malzemeyi içeren kısım, çekirdek.
Organel: Hücre içinde belirli bir görevi yapmak üzere özelleşmiş ve zarla
çevrili yapılar. Çekirdek, mitokondri, kloroplastlar gibi.
Otozom: Cinsiyetin belirlenmesiyle ilgisi olmayan kromozom.
Ökaryot hücre: Zarla çevrili organelleri ve çekirdeği olan hücre.
Ökaryot hücreler bitki ve hayvanları meydana getirir.
pH: Bir sıvının asit veya bazlık derecesini gösteren değer.
Pirimidin: DNA ve RNA sentezinde gerekli bazı bazların (sitozin, timin, urasil)
ana unsurunu oluşturan organik bir bileşik.
Polimer: Farklı moleküllerden oluşmuş kimyasal yapı.
Polimeraz: DNA ya da RNA molekülünün oluşmasını kolaylaştıran, hızlandıran enzim.
Polipeptid: Protein molekülünün yapısında bulunan amino asit zincirlerinin bir
parçası.
Prebiyotik dönem: Canlılardan evvelki dönem. Yaşam öncesi.
Prokaryot hücre: Zarla çevrilmiş özel organelleri ve çekirdeği olmayan
hücreler. Bakteriler ve algleri içine alan monera alemindeki canlılar.
Protein: Yapısında karbon, hidrojen, oksijen ve azot gibi elementleri bulunduran
temel moleküller. Amino asitlerin peptid bağlarıyla birleşmesinden oluşan,
hücrelerin, dokuların ve organların oluşmasını sağlayan yapıtaşları.
Pürin: Kompleks yapıda azotlu bileşik.
Rekombinant DNA: Farklı canlılardan elde edilen DNA moleküllerinin
birleşmesinden oluşan yapı.
Rekombinasyon: Mevcut genlerin yeni genotipleri oluşturacak şekilde
biraraya gelmesi.
Replikasyon: DNA'nın kendini eşlemesi. DNA molekülündeki genetik bilgilerin sonraki nesillere
aktarılması için kopyasının oluşturulması.
Ribozom: Hücrede protein sentezinin yapıldığı yerler.
Ribozomal RNA (rRNA): Ribozomaların yapısına katılarak protein sentezini
hızlandıran molekül.
RNA (Ribonükleik asit): Hücre sıvısında ve çekirdeğinde bulunan, kimyasal
yapısı DNA'dan çok az farklı bir molekül. Protein sentezlenmesi başta olmak
üzere hücre içi kimyasal faaliyetlerde çok önemli bir rolü vardır.
Sentromer: Kromozomu iki kola ayıran, genlerin yerlerinin belirlenmesinde kolaylık
sağlayan bölge.
Sitoplazma: Hücre zarı ile çekirdek arasını dolduran canlı sıvı. İçerisinde organel
denilen çeşitli görevleri üstlenmiş ve özelleşmiş yapılar bulunmaktadır.
Sitozin: DNA ve RNA'nın yapısında bulunan, guaninle eşleşen bir baz çeşidi.
Spliceosome: Mesajcı RNA'daki protein kodlamayan kısımları aradan kesip çıkaran
enzim.
Timin: DNA'nın yapısına katılan, fakat RNA'nın yapısına katılmayan bir
primidin bazı.
Topoizomeraz: DNA sarmalının bir şeridini ayırarak DNA'nın
çözülmesini ve gevşemesini sağlayan enzim.
Transfer RNA (tRNA): Taşıyıcı RNA (tRNA) da denilen, protein sentezi sırasında
ribozoma amino asitleri taşımakla yükümlü molekül.
Transkripsiyon: RNA sentezi. DNA şeridindeki genetik bilginin,
mesajcı RNA'ya aktarımı.
Translasyon: RNA'ya kopyalanmış genetik bilgilerin okunarak protein molekülü haline
çevrilmesi.
Urasil: Yanlızca RNA'nın kimyasal yapısına katılan baz.
Varyasyon: Çeşitlenme. Esas tür tipine göre belirli karakterlerde görülen farklılıklar.
Zigot: Döllenmiş yumurta hücresi.
NOTLAR:
1.
http://www.simpletoremember.com/vitals/einstein.htm
2.
Francis Crick, Life Itself: Its Origin and Nature, Simon & Schuster,
New York, 1982, s. 88.
3.
Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, W. W. Norton & Co. New York,
1996, ss. 2-3, 115-116.
4.
http://en.wikipedia.org/wiki/Compact_disc
5.
William A. Dembski, James M. Kushiner, Signs of Intelligence, Brazoss
Press, ABD, 2001, ss. 103-104; [Bölüm 8: Stephen C. Meyer, Word Games: DNA,
Design and Intelligence].
6.
Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism By Opening Minds, InterVarsity
Press, Illionis, 1997, s. 81.
7.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, ss. 58-59.
8.
Carl Sagan, "Life" in Encyclopedia Britannica: Macropaedia, 1974, ss.
893-894.
9.
David S. Goodsell, The Machinery of Life, Springer-Verlag, New York
Inc., 1993, s. 45.
10.
Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001,
s. 236.
11.
Howard Peth, Blind Faith: Evolution Exposed, Amazing Facts Inc., ABD,
1990, s. 77.
12.
Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V.,
Almanya, 1999, s. 76.
13.
Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism by Opening Minds, InterVarsity
Press, Illionis, 1997, s. 73.
14.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
s. 155.
15.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 149.
16.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
s. 41.
17.
Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution,
The Judaica Press Inc., 1997, s. 213.
18.
The Incredible Machine, National Geographic Society, Washington DC.,
1986, s. 43.
19.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
s. 41.
20.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
s. 41.
21.
Richard Milton, Son Tartışmalar Işığında Darwinizm'in Mitleri, Gelenek
Yayıncılık, Eylül 2003, çev: İbrahim Kapaklıkaya, s. 208.
22.
David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York,
1996, s. 39.
23.
David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York,
1996, s. 15.
24.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, s. 188.
25.
The Incredible Machine, National Geographic Society, Washington DC.,
1986, s. 15.
26.
James D. Watson, İkili Sarmal: DNA Yapı Çözümünün Öyküsü (The Double
Helix), çev. Alev Serin, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 1997, 10.
baskı, s. 36.
27.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 152.
28.
Daniel C. Dennett, Darwin's Dangerous Idea, Touchstone, New York, 1996,
ss. 112-113.
29.
Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001,
s. 90.
30.
http://genetikbilimi.com/genbilim/dnanedir.html
31.
The Incredible Machine, National Geographic Society, Washington DC.,
1986, s. 43.
32.
Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001,
s. 95.
33.
http://library.thinkquest.org/20465/DNAstruct.html
34.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, ss.
151-152.
35.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 153.
36.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 406.
37.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 406.
38.
John Whitfield, "Physicists Plunder Life's Tool Chest", Nature,
24 Nisan 2003.
39.
Carl Wieland, "The Marvellous 'Message Molecule'", Creation,
Eylül 1995, cilt. 17, no. 4, ss. 10–13; [New Scientist, 26 Kasım 1994,
s. 17.]
40.
Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V.,
Almanya, 1999, s. 75.
41.
Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books, London,
1985, s. 334; [G. G. Simpson, "The History of Life", Evolution of
Life, University of Chicago Press, Chicago, 1960, s. 135.]
42.
John Whitfield, "Physicists Plunder Life's Tool Chest", Nature,
24 Nisan 2003.
43.
Michael Pitman, Adam and Evolution, River Publishing, London, 1984, ss.
26-27.
44.
http://www.ntvmsnbc.com/news/13800.asp
45.
Dr. Jerry Bergman, “Divine Engineering: Unraveling DNA's Design”, Koinonia
House Online; http://www.khouse.org/articles/technical/19971201-143.html
46.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, ss.
212-213.
47.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 154.
48.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 154.
49.
Francis S. Collins, "Faith and the Human Genome Project", Perspectives
on Science and Christian Faith, cilt. 55, no. 3, Eylül 2003, ss. 145-146.
50.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 381.
51.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 154.
52.
Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V.,
Almanya, 1999, s. 75.
53.
Billl Gates, The Road Ahead, Penguin, London, 1996, s. 188.
54.
Daniel C. Dennett, Darwin's Dangerous Idea, Touchstone, New York, 1996,
s. 151.
55.
David S. Goodsell, The Machinery of Life, Springer-Verlag, New York
Inc., 1993, s. 14.
56.
Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V.,
Almanya, 1999, s. 75.
57.
Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V.,
Almanya, 1999, s. 75.
58.
Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V.,
Almanya, 1999, s. 75.
59.
Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V.,
Almanya, 1999, s. 75.
60.
Carl Wieland, "The Marvellous 'Message Molecule'", Creation,
Eylül 1995, cilt 17, no. 4, ss. 10–13.
61.
http://www.ntvmsnbc.com/news/13800.asp
62.
Lee Spetner, Not By Chance, Shattering the Modern Theory of Evolution, The
Judaica Press Inc., 1997, s. 30.
63.
Carl Wieland, "The Marvellous 'Message Molecule'", Creation,
Eylül 1995, cilt 17, no. 4, ss. 10–13; [Jérôme Lejeune, Anthropotes (Revista
di studi sulfa persona e la famiglia), Istituto Giovanni Paolo 11, Rome, 1989,
ss. 269-270.]
64.
Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V.,
Almanya, 1999, s. 75.
65.
Tom Abate, "Human Genome Map Has Scientists Talking About the Divine
Surprisingly Low Number of Genes Raises Big Questions", San Francisco
Chronicle, 19 Şubat 2001.
66.
David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York,
1996, s. 36.
67.
Denyse O'Leary, By Design or By Chance?, Castle Ovay Books, Kanada,
2004, s. 173.
68.
A. E. Wilder-Smith, The Natural Sciences: Know Nothing of Evolution, T.
W. F. T. Publishers, ABD, ss. 78-79.
69.
Richard Milton, Shattering the Myths of Darwinism, Park Street Press
Rochester, ABD, 1992, s. 170.
70.
M. Eden, "Inadequacies of Neo-Darwinian Evolution as a Scientific
Theory," Mathematical Challenges to the Neo-Darwinian Interpretation of
Evolution, Wistar Institute Press, Philadelphia, 1967, s. 11.
71.
A. E. Wilder-Smith, The Natural Sciences: Know Nothing of Evolution, T.
W. F. T. Publishers, ABD, s. 97.
72.
Denyse O'Leary, By Design or By Chance?, Castle Ovay Books, Kanada,
2004, s. 55.
73.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, s. 187.
74.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 172.
75.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, s. 187.
76.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, s. 214.
77.
Albert L. Lehninger, David L. Nelson, Michael M. Cox, Principles of
Biochemistry, 2. baskı, Worth Publishers, 1993, New York, s. 892.
78.
David S. Goodsell, The Machinery of Life, Springer-Verlag, New York
Inc., 1993, s. 45.
79.
Albert L. Lehninger, David L. Nelson, Michael M. Cox, Principles of
Biochemistry, 2. baskı, Worth Publishers, 1993, New York, s. 892.
80.
David S. Goodsell, The Machinery of Life, Springer-Verlag, New York
Inc., 1993, s. 17.
81.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 158.
82.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 157.
83.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 157.
84.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 159.
85.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, s. 73.
86.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 417.
87.
Carly P. Haskings, "Advances and Challenges in Science", American
Scientist, cilt 59, 1971, s. 298.
88.
L. R. Croft, How Life Began, Evangelical Press, İngiltere, 1988, s. 37.
89.
Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001,
s. 90.
90.
http://users.rcn.com/jkimball.ma.ultranet/BiologyPages/D/DNAReplication.html
91.
Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution,
The Judaica Press Inc., 1997, ss. 38-39.
92.
Gerald L. Schroeder, The Hidden Face of God, The Free Press, New York,
2001, s. 206.
93.
http://en.wikipedia.org/wiki/Enzyme
94.
David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York,
1996, ss. 40-41.
95.
David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York,
1996, s. 42.
96.
David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York,
1996, ss. 39-40.
97.
http://users.rcn.com/jkimball.ma.ultranet/BiologyPages/D/DNArepair.html
98.
Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, Simon &
Schuster, New York, 1984, s. 148.
99.
Phillip E. Johnson, Evrim Duruşması, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, Aralık
2003, çev: Orhan Düz, s. 111.
100.
Gerald L. Schroeder, The Hidden Face of God, Free Press, New York, 2001,
ss. 79-80.
101.
A. E. Wilder-Smith, The Natural Sciences: Know Nothing of Evolution, T.
W. F. T. Publishers, ABD, s. 82.
102.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, s. 59.
103.
David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York,
1996, s. 37.
104.
Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, Dorling Kindersley, Londra,
1996, s. 42.
105.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, s. 118.
106.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, s. 118.
107.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, s. 118.
108.
Nicholas Wade, "How Cells Unwind Tangled Skein of Life", The New
York Times, October 21, 1997, Tuesday, s. F1.
109.
Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, Dorling Kindersley, Londra,
1996, s. 43.
110.
Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution,
The Judaica Press Inc., 1997, s. 234.
111.
Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, 1984, s.158.
112.
The Incredible Machine, National Geographic Society, s. 29.
113.
Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution,
The Judaica Press Inc., 1997, ss. 233-234.
114.
The Incredible Machine, National Geographic Society, s. 15.
115.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, s. 79.
116.
Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution,
The Judaica Press Inc., 1997, s. 45.
117.
Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Adler&Adler,
Publishers, Inc. ABD, 1986 s. 149.
118.
http://www.genome.gov/11006943
119.
W.-H. Li, D. Graur, Fundamentals of Molecular Evolution, Sinauer
Associates, Inc., Sunderland, 1991, s. 209.
120.
Lee Spetner, Not By Chance, Shattering the Modern Theory of Evolution,
The Judaica Press Inc., 1997, s. 28.
121.
Francis S. Collins, "Faith and the Human Genome Project", Perspectives
on Science and Christian Faith, cilt. 55, no. 3, Eylül 2003, s. 146.;
http://www.asa3.org/ASA/PSCF/2003/PSCF9-03Collins.pdf
122.
Karen Hopkin, "The Greatest Apes", New Scientist, 15 May 1999,
no. 2186, s. 26.
123.
New Scientist, cilt 103, 16 Ağustos 1984, s. 19.
124.
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_number_of_chromosomes_of_various_organisms
125.
http://lists.ibiblio.org/pipermail/monkeywire/2002-September/000250.html
"Human, Chimps More Different Than thought", The Associated Press, 24
Eylül 2002.
126.
Andy Coghlan, "Human-chimp DNA Difference Trebled", New Scientist,
23 Eylül 2002; http://www.newscientist.com/news/news.jsp?id=ns99992833
127.
J. C. Venter, et. al., "The Sequence of the Human Genome," Science,
cilt 291, 2001, ss. 1304-1351.
128.
Wayne Jackson, "Mapping the Human Genome: Does It Prove Evolution?", Christian
Courier, 1 Nisan 2001; http://www.christiancourier.com/feature/april2001.htm
129.
Francis S. Collins, "Faith and the Human Genome Project", Perspectives
on Science and Christian Faith, cilt. 55, no. 3, Eylül 2003, s. 142.;
http://www.asa3.org/ASA/PSCF/2003/PSCF9-03Collins.pdf
130.
William D. Stansfield, The Science of Evolution, Macmillan, New York,
1983, 8. baskı, ss. 10-11.
131.
Michael Denton, Nature's Destiny, Free Press, 1998, s. 321.
132.
Encyclopædia Britannica, "Modern Materialism"
133.
Hubert Yockey, "Information in Bits and Bytes", BioEssays, 1995, cilt
17, s. 85.
134.
Dean L. Overman, A Case Against Accident and Self-Organization, Rowman
& Littlefield Publishers, 1997, s. 37.
135.
Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism by Opening Minds, InterVarsity
Press, Illionis, 1997, s. 75.
136.
Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001,
s. 88.
137.
Phillip E. Johnson, Evrim Duruşması, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, Aralık
2003, çev: Orhan Düz, ss. 33-34.
138.
Paul Davies, The Fifth Miracle: The Search for the Origin and Meaning of Life,
Simon & Schuster, 1999, s. 60.
139.
Michael Polanyi, "Life Transcending Physics and Chemistry", Chemical
& Engineering News, cilt 45, no. 35, 21 Ağustos 1967, s. 56.
140.
Jacob D. Bekenstein, "Information in the Holographic Universe", Scientific
American, 14 Temmuz 2003, s. 59.
141.
Pierre P. Grassé, The Evolution of Living Organisms, 1977, s. 2.
142.
Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001,
ss. 47, 107.
143.
Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001,
s. 97.
144.
George C. Williams, The Third Culture: Beyond the Scientific Revolution,
Simon & Schuster, New York, 1995. ss. 42-43.
145.
http://www.eurekalert.org/pub_releases/2002-05/uomh-pop051002.php
146.
Denyse O'Leary, By Design or By Chance?, Castle Ovay Books, Kanada,
2004, s. 235.
147.
Denyse O'Leary, By Design or By Chance?, Castle Ovay Books, Kanada,
2004, s. 235.
148.
S. R. Scadding, "Do Vestigial Organs Provide Evidence for
Evolution?", Evolutionary Theory, cilt 5, Mayıs 1981, s. 175.
149.
Elizabeth Pennisi, "Does Nonsense DNA Speak Its Own Dialect?", Science
News, cilt 164 , 10 Aralık 1994.
150.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 290;
["Mining Treasures form Junk DNA", Science, 4 Şubat 1994;
"Hints of a Language in Junk DNA", Science, 25 Kasım 1994].
151.
Gretchen Vogel, " Objection #2: Why Sequence the Junk?", Science,
cilt 291, no. 5507,16 Şubat 2001, s. 1184.
152.
Ernst Mayr, This is Biology, The Science of the Living World, The
Belknap Press of Harvard University Press, 7. baskı, ABD, 1999, s. 105.
153.
W. Wayt Gibbs, "The Unseen Genome," Scientific American, Kasım
2003, s. 53.
154.
W. Wayt Gibbs, "The Unseen Genome," Scientific American, Kasım
2003, ss. 49-50.
155.
"The Word: Junk DNA", New Scientist, 19 Kasım 2005.
156.
Francis S. Collins, "Faith and the Human Genome Project",
Perspectives on Science and Christian Faith, cilt 55, no. 3, Eylül 2003,
s. 147.
157.
Wojciech Makalowski, "Not Junk After All", Science, 23 Mayıs
2003, cilt 300, no. 5623, ss. 1246-1247.
158.
Paul Nelson, "The Junk Dealer Ain't Selling That No More", 1997;
http://www.arn.org/docs/odesign/od182/ls182.htm#anchor569108
159.
Helen Pearson, "'Junk' DNA reveals vital role: Inscrutable genetic
sequences seem indispensable", 7 Mayıs 2004;
http://www.bioedonline.org/news/news.cfm?art=956
160.
Helen Pearson, "'Junk' DNA reveals vital role: Inscrutable genetic
sequences seem indispensable", 7 Mayıs 2004;
http://www.bioedonline.org/news/news.cfm?art=956
161.
Henry Gee, "Statistical Cloud over African Eden", Nature, 13 Şubat
1992, cilt 355, s. 583.
162.
Marcia Barinaga, "'African Eve' Backers Beat a Retreat", Science,
7 Şubat 1992, cilt 255, s. 687.
163.
S. Blair Hedges, Sudhir Kumar, Koichiro Tamura, Mark Stoneking, "Human
Origins and Analysis of Mitochondrial DNA Sequences", Science, 7 Şubat
1992, cilt 255, ss. 737-739.
164.
Danny Penman, "Mitochondria Can Be Inherited From Both Parents", New
Scientist, 23 Ağustos 2002;
http://www.newscientist.com/news/news.jsp?id=ns99992716
165.
Eleanor Lawrence, "Fathers Can Be Influential Too", 18 Mart 1999:
http://www.nature.com/nsu/990318/990318-5.html
166.
P.M. Forster, "To Err is Human", Annals of Human Genetics,
Ocak 2003, cilt 67, no. 1. ss. 2-4.
167.
Carina Dennis, "Error Reports Threaten to Unravel Databases of
Mitochondrial DNA", Nature, 20 Şubat 2003, cilt. 421, ss. 773-774.
168.
Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism by Opening Minds, InterVarsity
Press, Illionis, 1997, s. 69.
169.
Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism by Opening Minds, InterVarsity
Press, Illionis, 1997, ss. 69-70.
170.
http://www.arn.org/docs/odesign/od171/ls171.htm
171.
Richard Lewontin, "Billions and Billions of Demons", review of
"The Demon-Haunted World: Science as a Candle in the Dark" by Carl
Sagan, New York Review, 9 Ocak 1997, ss. 28-32.
172.
Richard Dawkins, The Extended Phenotype, W. W. Norton, New York, s. 1.
173.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, ss. 80-81.
174.
Pierre-Paul de Grasse, Evolution of Living Organisms, 1977, s. 8.
175.
L. R. Croft, How Life Began, Evangelical Press, İngiltere, 1988, s. 34.
176.
Leslie E. Orgel, “Darwinism at the Very Beginning of Life”, New Scientist,
cilt 94, 15 Nisan 1982, s. 151.
177.
Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek
Yayınları, İstanbul, 2003, s. 189.
178.
Jon Cohen, "Getting All turned Around Over the Origins of Life on
Earth", Science, cilt 267, 3 Mart 1995, s. 1265.
179.
Klaus Dose, "The Origin of Life: More Questions Than Answers”, InterDisciplinary
Science Reviews, cilt 13, no. 4, 1988, s. 348.
180.
John Maddox, "The Genesis Code by Numbers", Nature, cilt 367,
13 Ocak 1994, s. 111.
181.
Wendell R. Bird, The Origin of Species Revisited, Nashville, Thomas
Nelson Co., 1991, s. 302.
182.
Frank B. Salisbury, "Doubts About The Modern Synthetic Theory of
Evolution", American Biology Teacher, cilt 33, Eylül 1971, s. 336.
183.
I. L. Cohen, Darwin was Wrong, 1984, s. 205.
184.
Paul Auger, De La Physique Théorique à la Biologie, 1970, s. 118.
185.
John W. Oller, “A Theory In Crisis”, Institute for Creation Research, Impact
no: 180, Temmuz 1988.
186.
Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Adler&Adler,
Publishers, Inc., ABD, 1986 s. 351.
187.
William A. Dembski, James M. Kushiner, Signs of Intelligence, Brazoss
Press, ABD, 2001, s. 109.
188.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 293.
189.
Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001,
s. 106.
190.
Douglas R. Hofstadter, Gödel, Escher, Bach: An Eternal Golden Braid,
Vintage Books, New York, 1980, s. 548.
191.
Francisco J. Ayala, Theodosius Dobzhansky, The Philosophy of Biology:
Reduction and Related Problems, University of California Press, Berkeley,
CA, 1974, ss. 259-284.
192.
Green, David E., Robert F. Goldberger, Molecular Insights into the Living
Process, Academic Press, New York, 1967, s. 403.
193.
Frank B. Salisbury, "Doubts about the Modern Synthetic Theory of
Evolution," American Biology Teacher, cilt 73, Eylül 1971, s. 336.
194.
John Horgan, "In the Beginning", Scientific American, cilt
264, Şubat 1991, s. 119.
195.
Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 293.
196.
Andrew Scott, "Update on Genesis", New Scientist, cilt 106, 2
Mayıs 1985, ss. 31, 32.
197.
Homer Jacobson, "Information, Reproduction and the Origin of Life", American
Scientist, Ocak 1955, s. 125.
198.
Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, 1984, s. 39.
199.
Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on Earth", Scientific
American, cilt 271, Ekim 1994, s. 78.
200.
Caryl P. Haskins, "Advances and Challenges in Science in 1970", American
Scientist, cilt 59, Mayıs-Haziran 1971, s. 305.
201.
http://ibiblio.org/gutenberg/etext00/2llcd10.txt; [Charles Darwin to J.D. Hooker,
Down, 29 Mart 1863]
202.
Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on Earth", Scientific
American, cilt 271, Ekim 1994, s. 78.
203.
Alexander G. Cairns-Smith, "The First Organisms", Scientific
American, Haziran 1985, cilt 252, s. 90.
204.
Reinhard Junker, Siegfried Scherer, Entstehung und Geschichte Der Lebewesen,
Weyel Verlag, 1986, s. 89.
205.
Duane T. Gish, Creation Scientists Answer Their Critics, Institute for
Creation Research, ABD, 1993, s. 262.
206.
Duane T. Gish, Creation Scientists Answer Their Critics, Institute for
Creation Research, ABD, 1993, s. 270.
207.
Charles B. Thaxton, Walter L. Bradley, Roger L. Olsen, The Mystery of Life's
Origin, Reassessing Current Theories, Lewis and Stanley, Teksas, 2. baskı,
1992, s. 57.
208.
Duane T. Gish, Creation Scientists Answer Their Critics, Institute for
Creation Research, 1993, USA, s. 270.
209.
Charles B. Thaxton, Walter L. Bradley, Roger L. Olsen, The Mystery of Life's
Origin, Reassessing Current Theories, Lewis and Stanley, Teksas, 2. baskı,
1992, s. 103.
210.
Duane T. Gish, Creation Scientists Answer Their Critics, Institute for
Creation Research, ABD, 1993, s. 275.
211.
Nicholas Wade, "Life's Origins Get Murkier and Messier; Genetic Analysis
Yields Intimations of a Primordial Commune", New York Times, 13
Haziran 2000.
212.
Michael J. Behe, Darwin's Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution,
The Free Press, New York, 1996, ss. 172-173.
213.
Werner Gitt, In the Beginning was Information,
3. baskı, Almanya, 2001.
214.
Peter Radetsky, "The Crucible of Life", Earth, Şubat 1998, ss.
34-41.
215.
W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Thomas Nelson Co.,
Nashville, 1991, s. 325.
216.
Michael J. Behe, Darwin's Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution,
The Free Press, New York, 1996, s. 171.
217.
Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001,
ss. 126-127.
218.
Paul Davies, "How We Could Create Life", Guardian, 11 Aralık
2002; http://www.guardian.co.uk/comment/story/0,3604,857635,00.html
219.
Michael Pitman, Adam and Evolution, 1984, s. 233.
220.
Jeffrey S. Wicken, "The Generation of Complexity in Evolution: A
Thermodynamic and Information-Theoretical Discussion", Journal of
Theoretical Biology, Nisan 1979, cilt 77, s. 349.
221.
Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth,
Summit Books, New York, 1986. s. 207.
222.
Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution,
The Judaica Press Inc., 1997, s. 50.
223.
Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution,
The Judaica Press Inc., 1997, s. 60.
224.
Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution,
The Judaica Press Inc., 1997, s. 60.
225.
Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution,
The Judaica Press Inc., 1997, s. 57.
226.
M. P. Schutzenberger, Mathematical Challenges in the Neo-Darwinian
Interpretation of Evolution, 1967, ss. 73-75.
227.
Lee Spetner, Not By Chance, Shattering the Modern Theory of Evolution,
The Judaica Press Inc., 1997, s. 180.
228.
Pierre-P Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New
York, 1977, s. 103.
229.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
s. 157.
230.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
s. 158.
231.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
s. 158.
232.
Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001,
s. 127.
233.
Phillip E. Johnson, Evrim Duruşması, Gelenek Yayınevi, s. 28
234.
Stephen Jay Gould, "Is a New and General Theory of Evolution
Emerging?", Lecture at Hobart & William Smith Colleges, 4 Şubat 1980.
235.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
s. 159.
236.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
s. 159.
237.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
s. 159.
238.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
1999, s. 159.
239.
Phillip E. Johnson, Evrim Duruşması, Gelenek Yayınevi, s. 105.
240.
Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New
York, 1977, s. 97.
241.
Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999,
s. 157.
242.
Gerald L. Schroeder, Tanrının Saklı Yüzü, Gelenek Yayınları, çev: Ahmet
Ergenç, İstanbul, 2003, s. 105.
243.
Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New
York, 1977, s. 88.
244.
Chandra Wickramasinghe, Interview in London Daily Express, 14 Ağustos
1981.
245.
Leslie Orgel, "The Origin of Life on the Earth", Scientific
American, Ekim 1994, s. 77.
246.
Leslie Orgel, "The Origin of Life on the Earth", Scientific
American, Ekim 1994, s. 77.
247.
Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New
York: Marcel Dekker, 1977, s. 2
248.
Alexander I. Oparin, Origin of Life, (1936) New York, Dover
Publications, 1953 (Reprint), s.196
249.
"New Evidence on Evolution of Early Atmosphere and Life", Bulletin
of the American Meteorological Society, c. 63, Kasım 1982, s. 1328-1330
250.
Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic
Synthesis of Small Molecules, 1986, s. 7
251.
Jeffrey Bada, Earth, Şubat 1998, s. 40
252
Leslie E. Orgel, The Origin of Life on Earth, Scientific American, c.
271, Ekim 1994, s. 78
253.
Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition,
Harvard University Press, 1964, s. 189
254.
Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition,
Harvard University Press, 1964, s. 184
255.
B. G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of Truth Trust,
1988.
256.
Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition,
Harvard University Press, 1964, s. 179
257.
Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of
the British Geological Association, c. 87, 1976, s. 133
258.
Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New York: Pantheon Books, 1983. s.
197
259.
Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger
Publications, 1970, s. 75-94; Charles E. Oxnard, "The Place of
Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature, c. 258,
s. 389
260.
J. Rennie, "Darwin's Current Bulldog: Ernst Mayr", Scientific
American, Aralık 1992
261.
Alan Walker, Science, c. 207, 1980, s. 1103; A. J. Kelso, Physical
Antropology, 1. baskı, New York: J. B. Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D.
Leakey, Olduvai Gorge, c. 3, Cambridge: Cambridge University Press, 1971, s.
272
262.
Time, Kasım 1996
263.
S. J. Gould, Natural History, c. 85, 1976, s. 30
264.
Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger
Publications, 1970, s. 19
265.
Richard Lewontin, "The Demon-Haunted World", The New York Review of
Books, 9 Ocak 1997, s. 28
266.
Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans,
1980, s.43
Dediler ki: "Sen
yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen,
herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın." (Bakara Suresi, 32)
Yorumlar
Yorum Gönder