EK BÖLÜM Evrim Yanılgısı

 

 

Darwinizm, yani evrim teorisi, Yaratılış gerçeğini reddetmek amacıyla ortaya atılmış, ancak başarılı olamamış bilim dışı bir safsatadan başka bir şey değildir. Canlılığın, cansız maddelerden tesadüfen oluştuğunu iddia eden bu teori, evrende ve canlılarda çok açık bir düzen bulunduğunun bilim tarafından ispat edilmesiyle ve evrimin hiçbir zaman yaşanmadığını ortaya koyan 350 milyona yakın fosilin bulunmasıyla çürümüştür. Böylece Allah'ın tüm evreni ve canlıları yaratmış olduğu gerçeği, bilim tarafından da kanıtlanmıştır. Bugün evrim teorisini ayakta tutmak için dünya çapında yürütülen propaganda, sadece bilimsel gerçeklerin çarpıtılmasına, taraflı yorumlanmasına, bilim görüntüsü altında söylenen yalanlara ve yapılan sahtekarlıklara dayalıdır.

Ancak bu propaganda gerçeği gizleyememektedir. Evrim teorisinin bilim tarihindeki en büyük yanılgı olduğu, son 20-30 yıldır bilim dünyasında giderek daha yüksek sesle dile getirilmektedir. Özellikle 1980'lerden sonra yapılan araştırmalar, Darwinist iddiaların tamamen yanlış olduğunu ortaya koymuş ve bu gerçek pek çok bilim adamı tarafından dile getirilmiştir. Özellikle ABD'de, biyoloji, biyokimya, paleontoloji gibi farklı alanlardan gelen çok sayıda bilim adamı, Darwinizm'in geçersizliğini görmekte, canlıların kökenini Yaratılış gerçeğiyle açıklamaktadırlar.

Evrim teorisinin çöküşünü ve Yaratılış'ın delillerini diğer pek çok çalışmamızda bütün bilimsel detaylarıyla ele aldık ve almaya devam ediyoruz. Ancak konuyu, taşıdığı büyük önem nedeniyle, burada da özetlemekte yarar vardır.

 

Darwin'i Yıkan Zorluklar

Evrim teorisi, tarihi eski Yunan'a kadar uzanan pagan bir öğreti olmakla birlikte, kapsamlı olarak 19. yüzyılda ortaya atıldı. Teoriyi bilim dünyasının gündemine sokan en önemli gelişme, Charles Darwin'in 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabıydı. Darwin bu kitapta dünya üzerindeki farklı canlı türlerini Allah'ın ayrı ayrı yarattığı gerçeğine kendince karşı çıkıyordu. Darwin'in yanılgılarına göre, tüm türler ortak bir atadan geliyorlardı ve zaman içinde küçük değişimlerle farklılaşmışlardı. 

Darwin'in teorisi, hiçbir somut bilimsel bulguya dayanmıyordu; kendisinin de kabul ettiği gibi sadece bir "mantık yürütme" idi. Hatta Darwin'in kitabındaki "Teorinin Zorlukları" başlıklı uzun bölümde itiraf ettiği gibi, teori pek çok önemli soru karşısında açık veriyordu.

Darwin, teorisinin önündeki zorlukların gelişen bilim tarafından aşılacağını, yeni bilimsel bulguların teorisini güçlendireceğini umuyordu. Bunu kitabında sık sık belirtmişti. Ancak gelişen bilim, Darwin'in umutlarının tam aksine, teorinin temel iddialarını birer birer dayanaksız bırakmıştır.

Darwinizm'in bilim karşısındaki yenilgisi, üç temel başlıkta incelenebilir:

1) Teori, hayatın yeryüzünde ilk kez nasıl ortaya çıktığını asla açıklayamamaktadır.

2) Teorinin öne sürdüğü "evrim mekanizmaları"nın, gerçekte evrimleştirici bir etkiye sahip olduğunu gösteren hiçbir bilimsel bulgu yoktur.

3) Fosil kayıtları, evrim teorisinin öngörülerinin tam aksine bir tablo ortaya koymaktadır.

Bu bölümde, bu üç temel başlığı ana hatları ile inceleyeceğiz.

 

Aşılamayan İlk Basamak: Hayatın Kökeni

Evrim teorisi, tüm canlı türlerinin, bundan yaklaşık 3.8 milyar yıl önce dünyada hayali şekilde tesadüfen ortaya çıkan tek bir canlı hücreden geldiklerini iddia etmektedir. Tek bir hücrenin nasıl olup da milyonlarca kompleks canlı türünü oluşturduğu ve eğer gerçekten bu tür bir evrim gerçekleşmişse neden bunun izlerinin fosil kayıtlarında bulunamadığı, teorinin açıklayamadığı sorulardandır. Ancak tüm bunlardan önce, iddia edilen evrim sürecinin ilk basamağı üzerinde durmak gerekir. Sözü edilen o "ilk hücre" nasıl ortaya çıkmıştır?

Evrim teorisi, Yaratılış'ı cahilce reddettiği için, o "ilk hücre"nin, hiçbir plan ve düzenleme olmadan, doğa kanunları içinde kör tesadüflerin ürünü olarak meydana geldiğini iddia eder. Yani teoriye göre, cansız madde tesadüfler sonucunda ortaya canlı bir hücre çıkarmış olmalıdır. Ancak bu, bilinen en temel biyoloji kanunlarına aykırı bir iddiadır.

 

"Hayat Hayattan Gelir"

Darwin, kitabında hayatın kökeni konusundan hiç söz etmemişti. Çünkü onun dönemindeki ilkel bilim anlayışı, canlıların çok basit bir yapıya sahip olduklarını varsayıyordu. Ortaçağ'dan beri inanılan "spontane jenerasyon" adlı teoriye göre, cansız maddelerin tesadüfen biraraya gelip, canlı bir varlık oluşturabileceklerine inanılıyordu. Bu dönemde böceklerin yemek artıklarından, farelerin de buğdaydan oluştuğu yaygın bir düşünceydi. Bunu ispatlamak için de ilginç deneyler yapılmıştı. Kirli bir paçavranın üzerine biraz buğday konmuş ve biraz beklendiğinde bu karışımdan farelerin oluşacağı sanılmıştı.

Etlerin kurtlanması da hayatın cansız maddelerden türeyebildiğine bir delil sayılıyordu. Oysa daha sonra anlaşılacaktı ki, etlerin üzerindeki kurtlar kendiliklerinden oluşmuyorlar, sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen larvalardan çıkıyorlardı. Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdığı dönemde ise, bakterilerin cansız maddeden oluşabildikleri inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu.

Oysa Darwin'in kitabının yayınlanmasından beş yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur, evrime temel oluşturan bu inancı kesin olarak çürüttü. Pasteur yaptığı uzun çalışma ve deneyler sonucunda vardığı sonucu şöyle özetlemişti: "Cansız maddelerin hayat oluşturabileceği iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüştür." (Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel Dekker, 1977, s. 2.)

Evrim teorisinin savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karşı uzun süre direndiler. Ancak gelişen bilim, canlı hücresinin karmaşık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın kendiliğinden oluşabileceği iddiasının geçersizliği daha da açık hale geldi. 

 

20. Yüzyıldaki Sonuçsuz Çabalar

20. yüzyılda hayatın kökeni konusunu ele alan ilk evrimci, ünlü Rus biyolog Alexander Oparin oldu. Oparin, 1930'lu yıllarda ortaya attığı birtakım tezlerle, canlı hücresinin tesadüfen meydana gelebileceğini ispat etmeye çalıştı. Ancak bu çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanacak ve Oparin şu itirafı yapmak zorunda kalacaktı: "Maalesef hücrenin kökeni, evrim teorisinin tümünü içine alan en karanlık noktayı oluşturmaktadır." (Alexander I. Oparin, Origin of Life, (1936) New York, Dover Publications, 1953 (Reprint), s. 196.)

Oparin'in yolunu izleyen evrimciler, hayatın kökeni konusunu çözüme kavuşturacak deneyler yapmaya çalıştılar. Bu deneylerin en ünlüsü, Amerikalı kimyacı Stanley Miller tarafından 1953 yılında düzenlendi. Miller, ilkel dünya atmosferinde olduğunu iddia ettiği gazları bir deney düzeneğinde birleştirerek ve bu karışıma enerji ekleyerek, proteinlerin yapısında kullanılan birkaç organik molekül (aminoasit) sentezledi.

O yıllarda evrim adına önemli bir aşama gibi tanıtılan bu deneyin geçerli olmadığı ve deneyde kullanılan atmosferin gerçek dünya koşullarından çok farklı olduğu, ilerleyen yıllarda ortaya çıkacaktı. ("New Evidence on Evolution of Early Atmosphere and Life", Bulletin of the American Meteorological Society, c. 63, Kasım 1982, s. 1328-1330)

Uzun süren bir sessizlikten sonra Miller'in kendisi de kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi olmadığını itiraf etti. (Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules, 1986, s. 7.)

Hayatın kökeni sorununu açıklamak için 20. yüzyıl boyunca yürütülen tüm evrimci çabalar hep başarısızlıkla sonuçlandı. San Diego Scripps Enstitüsü'nden ünlü jeokimyacı Jeffrey Bada, evrimci Earth dergisinde 1998 yılında yayınlanan bir makalede bu gerçeği şöyle kabul eder:

Bugün, 20. yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük çözülmemiş problemle karşı karşıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl başladı? (Jeffrey Bada, Earth, Şubat 1998, s. 40.)

 

Hayatın Kompleks Yapısı

Evrimcilerin hayatın kökeni konusunda bu denli büyük bir açmaza girmelerinin başlıca nedeni, Darwinistlerin en basit zannettikleri canlı yapıların bile olağanüstü derecede kompleks özelliklere sahip olmasıdır. Canlı hücresi, insanoğlunun yaptığı bütün teknolojik ürünlerden daha   komplekstir. Öyle ki, bugün dünyanın en gelişmiş laboratuvarlarında bile cansız maddeler biraraya getirilerek canlı bir hücre, hatta hücreye ait tek bir protein bile üretilememektedir.

Bir hücrenin meydana gelmesi için gereken şartlar, asla rastlantılarla açıklanamayacak kadar fazladır. Ancak bunu detaylarıyla açıklamaya bile gerek yoktur. Evrimciler daha hücre aşamasına gelmeden çıkmaza girerler. Çünkü hücrenin yapı taşlarından biri olan proteinlerin tek bir tanesinin dahi tesadüfen meydana gelmesi ihtimali matematiksel olarak "0"dır.

Bunun nedenlerinden başlıcası bir proteinin oluşması için başka proteinlerin varlığının gerekmesidir ki bu, bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimalini tamamen ortadan kaldırır. Dolayısıyla tek başına bu gerçek bile evrimcilerin tesadüf iddiasını en baştan yok etmek için yeterlidir. Konunun önemi açısından özetle açıklayacak olursak,

1.   Enzimler olmadan protein sentezlenemez ve enzimler de birer proteindir.

2.   Tek bir proteinin sentezlenmesi için 100'e yakın proteinin hazır bulunması gerekmektedir. Dolayısıyla proteinlerin varlığı için proteinler gerekir.

3.   Proteinleri sentezleyen enzimleri DNA üretir. DNA olmadan protein sentezlenemez. Dolayısıyla proteinlerin oluşabilmesi için DNA da gerekir.

4.   Protein sentezleme işleminde hücredeki tüm organellerin önemli görevleri vardır. Yani proteinlerin oluşabilmesi için, eksiksiz ve tam işleyen bir hücrenin tüm organelleri ile var olması gerekmektedir.

Hücrenin çekirdeğinde yer alan ve genetik bilgiyi saklayan DNA molekülü ise, inanılmaz bir bilgi bankasıdır. İnsan DNA'sının içerdiği bilginin, eğer kağıda dökülmeye kalkılsa, 500'er sayfadan oluşan 900 ciltlik bir kütüphane oluşturacağı hesaplanmaktadır.

Bu noktada çok ilginç bir ikilem daha vardır: DNA, yalnız birtakım özelleşmiş proteinlerin (enzimlerin) yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Bu ise, hayatın kendiliğinden oluştuğu senaryosunu çıkmaza sokmaktadır. San Diego California Üniversitesi'nden ünlü evrimci Prof. Leslie Orgel, Scientific American dergisinin Ekim 1994 tarihli sayısında bu gerçeği şöyle itiraf eder:

Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır. (Leslie E. Orgel, The Origin of Life on Earth, Scientific American, c. 271, Ekim 1994, s. 78.)

Kuşkusuz eğer hayatın kör tesadüfler neticesinde kendi kendine ortaya çıkması imkansız ise, bu durumda hayatın yaratıldığını kabul etmek gerekir. Bu gerçek, en temel amacı Yaratılış'ı reddetmek olan evrim teorisini açıkça geçersiz kılmaktadır.

 

Evrimin Hayali Mekanizmaları

Darwin'in teorisini geçersiz kılan ikinci büyük nokta, teorinin "evrim mekanizmaları" olarak öne sürdüğü iki kavramın da gerçekte hiçbir evrimleştirici güce sahip olmadığının anlaşılmış olmasıdır.

Darwin, ortaya attığı evrim iddiasını tamamen "doğal seleksiyon" mekanizmasına bağlamıştı. Bu mekanizmaya verdiği önem, kitabının isminden de açıkça anlaşılıyordu: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...

Doğal seleksiyon, doğal seçme demektir. Doğadaki yaşam mücadelesi içinde, doğal şartlara uygun ve güçlü canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır. Örneğin yırtıcı hayvanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha hızlı koşabilen geyikler hayatta kalacaktır. Böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka bir canlı türüne, örneğin atlara dönüştürmez.

Dolayısıyla doğal seleksiyon mekanizması hiçbir evrimleştirici güce sahip değildir. Darwin de bu gerçeğin farkındaydı ve Türlerin Kökeni adlı kitabında "Faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz" demek zorunda kalmıştı. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 184.)

 

Lamarck'ın Etkisi

Peki bu "faydalı değişiklikler" nasıl oluşabilirdi? Darwin, kendi döneminin ilkel bilim anlayışı içinde, bu soruyu Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalışmıştı. Darwin'den önce yaşamış olan Fransız biyolog Lamarck'a göre, canlılar yaşamları sırasında geçirdikleri fiziksel değişiklikleri sonraki nesle aktarıyorlar, nesilden nesile biriken bu özellikler sonucunda yeni türler ortaya çıkıyordu. Örneğin Lamarck'a göre zürafalar ceylanlardan türemişlerdi, yüksek ağaçların yapraklarını yemek için çabalarken nesilden nesile boyunları uzamıştı.

Darwin de benzeri örnekler vermiş, örneğin Türlerin Kökeni adlı kitabında, yiyecek bulmak için suya giren bazı ayıların zamanla balinalara dönüştüğünü iddia etmişti. (B. G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of Truth Trust, 1988.)

Ama Mendel'in keşfettiği ve 20.yüzyılda gelişen genetik bilimiyle kesinleşen kalıtım kanunları, kazanılmış özelliklerin sonraki nesillere aktarılması efsanesini kesin olarak yıktı. Böylece doğal seleksiyon "tek başına" ve dolayısıyla tümüyle etkisiz bir mekanizma olarak kalmış oluyordu.

 

Neo-Darwinizm ve Mutasyonlar

Darwinistler ise bu duruma bir çözüm bulabilmek için 1930'ların sonlarında, "Modern Sentetik Teori"yi ya da daha yaygın ismiyle neo-Darwinizm'i ortaya attılar. Neo-Darwinizm, doğal seleksiyonun yanına "faydalı değişiklik sebebi" olarak mutasyonları, yani canlıların genlerinde radyasyon gibi dış etkiler ya da kopyalama hataları sonucunda oluşan bozulmaları ekledi. Bugün de hala bilimsel olarak geçersiz olduğunu bilmelerine rağmen, Darwinistlerin savunduğu model neo-Darwinizm'dir. Teori, yeryüzünde bulunan milyonlarca canlı türünün, bu canlıların, kulak, göz, akciğer, kanat gibi sayısız kompleks organlarının "mutasyonlara", yani genetik bozukluklara dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmektedir. Ama teoriyi çaresiz bırakan açık bir bilimsel gerçek vardır: Mutasyonlar canlıları geliştirmezler, aksine her zaman için canlılara zarar verirler.

Bunun nedeni çok basittir: DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluşan herhangi bir tesadüfi etki ancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan bunu şöyle açıklar:

Mutasyonlar küçük, rasgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu üç özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rasgele bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir. (Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 179.)

Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlı, yani genetik bilgiyi geliştiren mutasyon örneği gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların zararlı olduğu görüldü. Anlaşıldı ki, evrim teorisinin "evrim mekanizması" olarak gösterdiği mutasyonlar, gerçekte canlıları sadece tahrip eden, sakat bırakan genetik olaylardır. (İnsanlarda mutasyonun en sık görülen etkisi de kanserdir.) Elbette tahrip edici bir mekanizma "evrim mekanizması" olamaz. Doğal seleksiyon ise, Darwin'in de kabul ettiği gibi, "tek başına hiçbir şey yapamaz." Bu gerçek bizlere doğada hiçbir "evrim mekanizması" olmadığını göstermektedir. Evrim mekanizması olmadığına göre de, evrim denen hayali süreç yaşanmış olamaz.

 

Fosil Kayıtları: Ara Formlardan Eser Yok

Evrim teorisinin iddia ettiği senaryonun yaşanmamış olduğunun en açık göstergesi ise fosil kayıtlarıdır.

Evrim teorisinin bilim dışı iddiasına göre bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre bu dönüşüm yüz milyonlarca yıl süren uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir.

Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.

Örneğin geçmişte, balık özelliklerini taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Evrimciler geçmişte yaşamış olduklarına inandıkları bu hayali varlıklara "ara-geçiş formu" adını verirler.

Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa bunların sayılarının ve çeşitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu garip canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Darwin, Türlerin Kökeni'nde bunu şöyle açıklamıştır:

Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş çeşitleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir. (Charles Darwin, The Origin of Species, s. 172, 280.)

Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının da farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:

Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? (Charles Darwin, The Origin of Species, s. 172, 280)

 

Darwin'in Yıkılan Umutları

Ancak 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında hummalı fosil araştırmaları yapıldığı halde bu ara geçiş formlarına rastlanamamıştır. Yapılan kazılarda ve araştırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrimcilerin beklediklerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermiştir.

Ünlü İngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, bir evrimci olmasına karşın bu gerçeği şöyle itiraf eder:

Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılaşırız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz. (Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, c. 87, 1976, s. 133.)

Yani fosil kayıtlarında, tüm canlı türleri, aralarında hiçbir geçiş formu olmadan eksiksiz biçimleriyle aniden ortaya çıkmaktadırlar. Bu, Darwin'in öngörülerinin tam aksidir. Dahası, bu canlı türlerinin yaratıldıklarını gösteren çok güçlü bir delildir. Çünkü bir canlı türünün, kendisinden evrimleştiği hiçbir atası olmadan, bir anda ve kusursuz olarak ortaya çıkmasının tek açıklaması, o türün yaratılmış olmasıdır. Bu gerçek, ünlü evrimci biyolog Douglas Futuyma tarafından da kabul edilir:

Yaratılış ve evrim, yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki açıklamadır. Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir değişim süreci sayesinde kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmiş olmalıdırlar. Ama eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir. (Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New York: Pantheon Books, 1983. s. 197)

Fosiller ise, canlıların yeryüzünde eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Yani "türlerin kökeni", Darwin'in sandığının aksine, evrim değil Yaratılıştır.

 

İnsanın Evrimi Masalı

Evrim teorisini savunanların en çok gündeme getirdikleri konu, insanın kökeni konusudur. Bu konudaki Darwinist iddia, insanın sözde maymunsu birtakım yaratıklardan geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı varsayılan bu süreçte, insan ile hayali ataları arasında bazı "ara form"ların yaşadığı iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu senaryoda dört temel "kategori" sayılır:

1- Australopithecus

2- Homo habilis

3- Homo erectus

4- Homo sapiens

Evrimciler, insanların sözde ilk maymunsu atalarına "güney maymunu" anlamına gelen "Australopithecus" ismini verirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmiş bir maymun türünden başka bir şey değildir. Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard gibi İngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomistin Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar, bu canlıların sadece soyu tükenmiş bir maymun türüne ait olduklarını ve insanlarla hiçbir benzerlik taşımadıklarını göstermiştir. (Charles E. Oxnard, "The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature, c. 258, s. 389)

Evrimciler insan evriminin bir sonraki safhasını da, "homo" yani insan olarak sınıflandırırlar. İddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan daha gelişmişlerdir. Evrimciler, bu farklı canlılara ait fosilleri ardı ardına dizerek hayali bir evrim şeması oluştururlar. Bu şema hayalidir, çünkü gerçekte bu farklı sınıfların arasında evrimsel bir ilişki olduğu asla ispatlanamamıştır. Evrim teorisinin 20. yüzyıldaki en önemli savunucularından biri olan Ernst Mayr, "Homo sapiens'e uzanan zincir gerçekte kayıptır" diyerek bunu kabul eder. (J. Rennie, "Darwin's Current Bulldog: Ernst Mayr", Scientific American, Aralık 1992)

Evrimciler "Australopithecus > Homo habilis > Homo erectus > Homo sapiens" sıralamasını yazarken, bu türlerin her birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler. Oysa paleoantropologların son bulguları, Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus'un dünya'nın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yaşadıklarını göstermektedir. (Alan Walker, Science, c. 207, 1980, s. 1103; A. J. Kelso, Physical Antropology, 1. baskı, New York: J. B. Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D. Leakey, Olduvai Gorge, c. 3, Cambridge: Cambridge University Press, 1971, s. 272)

Dahası Homo erectus sınıflamasına ait insanların bir bölümü çok modern zamanlara kadar yaşamışlar, Homo sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (insan) ile aynı ortamda yan yana bulunmuşlardır. (Time, Kasım 1996)

Bu ise elbette bu sınıfların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizliğini açıkça ortaya koymaktadır. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi de bir evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu çıkmazı şöyle açıklar:

Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki, bunların biri diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi göstermemektedirler. (S. J. Gould, Natural History, c. 85, 1976, s. 30.)

Kısacası, medyada ya da ders kitaplarında yer alan hayali birtakım "yarı maymun, yarı insan" canlıların çizimleriyle, yani sırf propaganda yoluyla ayakta tutulmaya çalışılan insanın evrimi senaryosu, hiçbir bilimsel temeli olmayan bir masaldan ibarettir. Bu konuyu uzun yıllar inceleyen, özellikle Australopithecus fosilleri üzerinde 15 yıl araştırma yapan İngiltere'nin en ünlü ve saygın bilim adamlarından Lord Solly Zuckerman, bir evrimci olmasına rağmen, ortada maymunsu canlılardan insana uzanan gerçek bir soy ağacı olmadığı sonucuna varmıştır.

Zuckerman bir de ilginç bir "bilim skalası" yapmıştır. Bilimsel olarak kabul ettiği bilgi dallarından, bilim dışı olarak kabul ettiği bilgi dallarına kadar bir yelpaze oluşturmuştur. Zuckerman'ın bu tablosuna göre en "bilimsel" -yani somut verilere dayanan- bilgi dalları kimya ve fiziktir. Yelpazede bunlardan sonra biyoloji bilimleri, sonra da sosyal bilimler gelir. Yelpazenin en ucunda, yani en "bilim dışı" sayılan kısımda ise, Zuckerman'a göre, telepati, altıncı his gibi "duyum ötesi algılama" kavramları ve bir de "insanın evrimi" vardır! Zuckerman, yelpazenin bu ucunu şöyle açıklar:

Objektif gerçekliğin alanından çıkıp da, biyolojik bilim olarak varsayılan bu alanlara -yani duyum ötesi algılamaya ve insanın fosil tarihinin yorumlanmasına- girdiğimizde, evrim teorisine inanan bir kimse için herşeyin mümkün olduğunu görürüz. Öyle ki teorilerine kesinlikle inanan bu kimselerin çelişkili bazı yargıları aynı anda kabul etmeleri bile mümkündür. (Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 19.)

İşte insanın evrimi masalı da, teorilerine körü körüne inanan birtakım insanların buldukları bazı fosilleri ön yargılı bir biçimde yorumlamalarından ibarettir.

 

Darwin Formülü!

Şimdiye kadar ele aldığımız tüm teknik delillerin yanında, isterseniz evrimcilerin nasıl saçma bir inanışa sahip olduklarını bir de çocukların bile anlayabileceği kadar açık bir örnekle özetleyelim.

Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla bu akıl dışı iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar biraraya gelerek önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında aynı atomlar bir şekilde diğer canlıları ve insanı meydana getirmişlerdir. Şimdi düşünelim; canlılığın yapıtaşı olan karbon, fosfor, azot, potasyum gibi elementleri biraraya getirdiğimizde bir yığın oluşur. Bu atom yığını, hangi işlemden geçirilirse geçirilsin, tek bir canlı oluşturamaz. İsterseniz bu konuda bir "deney" tasarlayalım ve evrimcilerin aslında savundukları, ama yüksek sesle dile getiremedikleri iddiayı onlar adına "Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:

Evrimciler, çok sayıda büyük varilin içine canlılığın yapısında bulunan fosfor, azot, karbon, oksijen, demir, magnezyum gibi elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda bulunmayan ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeleri de bu varillere eklesinler. Karışımların içine, istedikleri kadar  amino asit, istedikleri kadar da protein doldursunlar. Bu karışımlara istedikleri oranda ısı ve nem versinler. Bunları istedikleri gelişmiş cihazlarla karıştırsınlar. Varillerin başına da dünyanın önde gelen bilim adamlarını koysunlar. Bu uzmanlar babadan oğula, kuşaktan kuşağa aktararak nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca sene sürekli varillerin başında beklesinler.

Bir canlının oluşması için hangi şartların var olması gerektiğine inanılıyorsa hepsini kullanmak serbest olsun. Ancak, ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle bir canlı çıkartamazlar. Zürafaları, aslanları, arıları, kanaryaları, bülbülleri, papağanları, atları, yunusları, gülleri, orkideleri, zambakları, karanfilleri, muzları, portakalları, elmaları, hurmaları, domatesleri, kavunları, karpuzları, incirleri, zeytinleri, üzümleri, şeftalileri, tavus kuşlarını, sülünleri, renk renk kelebekleri ve bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde edemezler.

Kısacası, bilinçsiz atomlar biraraya gelerek hücreyi oluşturamazlar. Sonra yeni bir karar vererek bir hücreyi ikiye bölüp, sonra art arda başka kararlar alıp, elektron mikroskobunu bulan, sonra kendi hücre yapısını bu mikroskop altında izleyen profesörleri oluşturamazlar. Madde, ancak Yüce Allah'ın üstün yaratmasıyla hayat bulur.

Bunun aksini iddia eden evrim teorisi ise, akla tamamen aykırı bir safsatadır. Evrimcilerin ortaya attığı iddialar üzerinde biraz bile düşünmek, üstteki örnekte olduğu gibi, bu gerçeği açıkça gösterir.

 

Göz ve Kulaktaki Teknoloji

Evrim teorisinin kesinlikle açıklama getiremeyeceği bir diğer konu ise göz ve kulaktaki üstün algılama kalitesidir.

Gözle ilgili konuya geçmeden önce "Nasıl görürüz?" sorusuna kısaca cevap verelim. Bir cisimden gelen ışınlar, gözde retinaya ters olarak düşer. Bu ışınlar, buradaki hücreler tarafından elektrik sinyallerine dönüştürülür ve beynin arka kısmındaki görme merkezi denilen küçücük bir noktaya ulaşır. Bu elektrik sinyalleri bir dizi işlemden sonra beyindeki bu merkezde görüntü olarak algılanır. Bu bilgiden sonra şimdi düşünelim:

Beyin ışığa kapalıdır. Yani beynin içi kapkaranlıktır, ışık beynin bulunduğu yere kadar giremez. Görüntü merkezi denilen yer kapkaranlık, ışığın asla ulaşmadığı, belki de hiç karşılaşmadığınız kadar karanlık bir yerdir. Ancak siz bu zifiri karanlıkta ışıklı, pırıl pırıl bir dünyayı seyretmektesiniz.

Üstelik bu o kadar net ve kaliteli bir görüntüdür ki 21. yüzyıl teknolojisi bile her türlü imkana rağmen bu netliği sağlayamamıştır. Örneğin şu anda okuduğunuz kitaba, kitabı tutan ellerinize bakın, sonra başınızı kaldırın ve çevrenize bakın. Şu anda gördüğünüz netlik ve kalitedeki bu görüntüyü başka bir yerde gördünüz mü? Bu kadar net bir görüntüyü size dünyanın bir numaralı televizyon şirketinin ürettiği en gelişmiş televizyon ekranı dahi veremez. 100 yıldır binlerce mühendis bu netliğe ulaşmaya çalışmaktadır. Bunun için fabrikalar, dev tesisler kurulmakta, araştırmalar yapılmakta, planlar ve tasarımlar geliştirilmektedir. Yine bir TV ekranına bakın, bir de şu anda elinizde tuttuğunuz bu kitaba. Arada büyük bir netlik ve kalite farkı olduğunu göreceksiniz. Üstelik, TV ekranı size iki boyutlu bir görüntü gösterir, oysa siz üç boyutlu, derinlikli bir perspektifi izlemektesiniz.

Uzun yıllardır on binlerce mühendis üç boyutlu TV yapmaya, gözün görme kalitesine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Evet, üç boyutlu bir televizyon sistemi yapabildiler ama onu da gözlük takmadan üç boyutlu görmek mümkün değil, kaldı ki bu suni bir üç boyuttur. Arka taraf daha bulanık, ön taraf ise kağıttan dekor gibi durur. Hiçbir zaman gözün gördüğü kadar net ve kaliteli bir görüntü oluşmaz. Kamerada da, televizyonda da mutlaka görüntü kaybı meydana gelir.

İşte evrimciler, bu kaliteli ve net görüntüyü oluşturan mekanizmanın tesadüfen oluştuğunu iddia etmektedirler. Şimdi biri size, odanızda duran televizyon tesadüfler sonucunda oluştu, atomlar biraraya geldi ve bu görüntü oluşturan aleti meydana getirdi dese ne düşünürsünüz? Binlerce kişinin biraraya gelip yapamadığını şuursuz atomlar nasıl yapsın?

Gözün gördüğünden daha ilkel olan bir görüntüyü oluşturan alet tesadüfen oluşamıyorsa, gözün ve gözün gördüğü görüntünün de tesadüfen oluşamayacağı çok açıktır. Aynı durum kulak için de geçerlidir. Dış kulak, çevredeki sesleri kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir; orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Aynen görmede olduğu gibi duyma işlemi de beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.

Gözdeki durum kulak için de geçerlidir, yani beyin, ışık gibi sese de kapalıdır, ses geçirmez. Dolayısıyla dışarısı ne kadar gürültülü de olsa beynin içi tamamen sessizdir. Buna rağmen en net sesler beyinde algılanır. Ses geçirmeyen beyninizde bir orkestranın senfonilerini dinlersiniz, kalabalık bir ortamın tüm gürültüsünü duyarsınız. Ama o anda hassas bir cihazla beyninizin içindeki ses düzeyi ölçülse, burada keskin bir sessizliğin hakim olduğu görülecektir.

Net bir görüntü elde edebilmek ümidiyle teknoloji nasıl kullanılıyorsa, ses için de aynı çabalar onlarca yıldır sürdürülmektedir. Ses kayıt cihazları, müzik setleri, birçok elektronik alet, sesi algılayan müzik sistemleri bu çalışmalardan bazılarıdır. Ancak, tüm teknolojiye, bu teknolojide çalışan binlerce mühendise ve uzmana rağmen kulağın oluşturduğu netlik ve kalitede bir sese ulaşılamamıştır. En büyük müzik sistemi şirketinin ürettiği en kaliteli müzik setini düşünün. Sesi kaydettiğinde mutlaka sesin bir kısmı kaybolur veya az da olsa mutlaka parazit oluşur veya müzik setini açtığınızda daha müzik başlamadan bir cızırtı mutlaka duyarsınız. Ancak insan vücudundaki teknolojinin ürünü olan sesler son derece net ve kusursuzdur. Bir insan kulağı, hiçbir zaman müzik setinde olduğu gibi cızırtılı veya parazitli algılamaz; ses ne ise tam ve net bir biçimde onu algılar. Bu durum, insan yaratıldığı günden bu yana böyledir.

Şimdiye kadar insanoğlunun yaptığı hiçbir görüntü ve ses cihazı, göz ve kulak kadar hassas ve başarılı birer algılayıcı olamamıştır. Ancak görme ve işitme olayında, tüm bunların ötesinde, çok büyük bir gerçek daha vardır.

 

Beynin İçinde Gören ve Duyan Şuur Kime Aittir?

Beynin içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen, gülü koklayan kimdir?

İnsanın gözlerinden, kulaklarından, burnundan gelen uyarılar, elektrik sinyali olarak beyne gider. Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu hakkındaki en önemli gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazsınız: Beyinde, bu elektrik sinyallerini görüntü, ses, koku ve his olarak algılayan kimdir?

Beynin içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir?

Elbette bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası ve sinir hücrelerine ait değildir. İşte bu yüzden, herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden Darwinist-materyalistler bu sorulara hiçbir cevap verememektedirler. Çünkü bu şuur, Allah'ın yaratmış olduğu ruhtur. Ruh, görüntüyü seyretmek için göze, sesi duymak için kulağa ihtiyaç duymaz. Bunların da ötesinde düşünmek için beyne ihtiyaç duymaz.

Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran Yüce Allah'ı düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması gerekir.

 

Materyalist Bir İnanç

Buraya kadar incelediklerimiz, evrim teorisinin bilimsel bulgularla açıkça çelişen bir iddia olduğunu göstermektedir. Teorinin hayatın kökeni hakkındaki iddiası bilime aykırıdır, öne sürdüğü evrim mekanizmalarının hiçbir evrimleştirici etkisi yoktur ve fosiller teorinin gerektirdiği ara formların yaşamadıklarını göstermektedir. Bu durumda, elbette, evrim teorisinin bilime aykırı bir düşünce olarak bir kenara atılması gerekir. Nitekim tarih boyunca dünya merkezli evren modeli gibi pek çok düşünce, bilimin gündeminden çıkarılmıştır. Ama evrim teorisi ısrarla bilimin gündeminde tutulmaktadır. Hatta bazı insanlar teorinin eleştirilmesini "bilime saldırı" olarak göstermeye bile çalışmaktadırlar. Peki neden?..

Bu durumun nedeni, evrim teorisinin bazı çevreler için, kendisinden asla vazgeçilemeyecek dogmatik bir inanış oluşudur. Bu çevreler, materyalist felsefeye körü körüne bağlıdırlar ve Darwinizm'i de doğaya getirilebilecek yegane materyalist açıklama olduğu için benimsemektedirler.

Bazen bunu açıkça itiraf da ederler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve aynı zamanda önde gelen bir evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim adamı" olduğunu şöyle itiraf etmektedir:

Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve kuralları değil. Aksine, materyalizme olan 'a priori' bağlılığımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz. (Richard Lewontin, "The Demon-Haunted World", The New York Review of Books, 9 Ocak, 1997, s. 28)

Bu sözler, Darwinizm'in, materyalist felsefeye bağlılık uğruna yaşatılan bir dogma olduğunun açık ifadeleridir. Bu dogma, maddeden başka hiçbir varlık olmadığını varsayar. Bu nedenle de cansız, bilinçsiz maddenin, hayatı var ettiğine inanır. Milyonlarca farklı canlı türünün; örneğin kuşların, balıkların, zürafaların, kaplanların, böceklerin, ağaçların, çiçeklerin, balinaların ve insanların maddenin kendi içindeki etkileşimlerle, yani yağan yağmurla, çakan şimşekle, cansız maddenin içinden oluştuğunu kabul eder. Gerçekte ise bu, hem akla hem bilime aykırı bir kabuldür. Ama Darwinistler kendilerince Allah'ın apaçık olan varlığını kabul etmemek için, bu akıl ve bilim dışı kabulü cehaletle savunmaya devam etmektedirler.

Canlıların kökenine materyalist bir ön yargı ile bakmayan insanlar ise, şu açık gerçeği görürler: Tüm canlılar, üstün bir güç, bilgi ve akla sahip olan bir Yaratıcının eseridirler. Yaratıcı, tüm evreni yoktan var eden, en kusursuz biçimde düzenleyen ve tüm canlıları yaratıp şekillendiren Allah'tır.

 

Evrim Teorisi Dünya Tarihinin En Etkili Büyüsüdür

Burada şunu da belirtmek gerekir ki, ön yargısız, hiçbir ideolojinin etkisi altında kalmadan, sadece aklını ve mantığını kullanan her insan, bilim ve medeniyetten uzak toplumların hurafelerini andıran evrim teorisinin inanılması imkansız bir iddia olduğunu kolaylıkla anlayacaktır.

Yukarıda da belirtildiği gibi, evrim teorisine inananlar, büyük bir varilin içine birçok atomu, molekülü, cansız maddeyi dolduran ve bunların karışımından zaman içinde düşünen, akleden, buluşlar yapan profesörlerin, üniversite öğrencilerinin, Einstein, Hubble gibi bilim adamlarının, Frank Sinatra, Charlton Heston gibi sanatçıların, bunun yanı sıra ceylanların, limon ağaçlarının, karanfillerin çıkacağına inanmaktadırlar. Üstelik, bu saçma iddiaya inananlar bilim adamları, profesörler, kültürlü, eğitimli insanlardır. Bu nedenle evrim teorisi için "dünya tarihinin en büyük ve en etkili büyüsü" ifadesini kullanmak yerinde olacaktır. Çünkü, dünya tarihinde insanların bu derece aklını başından alan, akıl ve mantıkla düşünmelerine imkan tanımayan, gözlerinin önüne sanki bir perde çekip çok açık olan gerçekleri görmelerine engel olan bir başka inanç veya iddia daha yoktur. Bu, Afrikalı bazı kabilelerin totemlere, Sebe halkının Güneş'e tapmasından, Hz. İbrahim (as)'ın kavminin elleri ile yaptıkları putlara, Hz. Musa (as)'ın kavminin içinden bazı insanların altından yaptıkları buzağıya tapmalarından çok daha vahim ve akıl almaz bir körlüktür. Gerçekte bu durum, Allah'ın Kuran'da işaret ettiği bir akılsızlıktır. Allah, bazı insanların anlayışlarının kapanacağını ve gerçekleri görmekten aciz duruma düşeceklerini birçok ayetinde bildirmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:

Şüphesiz, inkar edenleri uyarsan da, uyarmasan da, onlar için fark etmez; inanmazlar. Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlaradır. (Bakara Suresi, 6-7)

… Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)

Allah, Hicr Suresi'nde ise, bu insanların mucizeler görseler bile inanmayacak kadar büyülendiklerini şöyle bildirmektedir:

Onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak, ordan yukarı yükselseler de, mutlaka: "Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" diyeceklerdir. (Hicr Suresi, 14-15)

Bu kadar geniş bir kitlenin üzerinde bu büyünün etkili olması, insanların gerçeklerden bu kadar uzak tutulmaları ve 150 yıldır bu büyünün bozulmaması ise, kelimelerle anlatılamayacak kadar hayret verici bir durumdur. Çünkü, bir veya birkaç insanın imkansız senaryolara, saçmalık ve mantıksızlıklarla dolu iddialara inanmaları anlaşılabilir. Ancak dünyanın dört bir yanındaki insanların, şuursuz ve cansız atomların ani bir kararla biraraya gelip; olağanüstü bir organizasyon, disiplin, akıl ve şuur gösterip kusursuz bir sistemle işleyen evreni, canlılık için uygun olan her türlü özelliğe sahip olan Dünya gezegenini ve sayısız kompleks sistemle donatılmış canlıları meydana getirdiğine inanmasının, "büyü"den başka bir açıklaması yoktur.

Nitekim, Allah Kuran'da, inkarcı felsefenin savunucusu olan bazı kimselerin, yaptıkları büyülerle insanları etkilediklerini Hz. Musa (as) ve Firavun arasında geçen bir olayla bizlere bildirmektedir. Hz. Musa (as), Firavun'a hak dini anlattığında, Firavun Hz. Musa (as)'a, kendi "bilgin büyücüleri" ile insanların toplandığı bir yerde karşılaşmasını söyler. Hz. Musa (as), büyücülerle karşılaştığında, büyücülere önce onların marifetlerini sergilemelerini emreder. Bu olayın anlatıldığı ayet şöyledir:

(Musa:) "Siz atın" dedi. (Asalarını) atıverince, insanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler ve (ortaya) büyük bir sihir getirmiş oldular. (Araf Suresi, 116)

Görüldüğü gibi Firavun'un büyücüleri yaptıkları "aldatmacalar"la -Hz. Musa (as) ve ona inananlar dışında- insanların hepsini büyüleyebilmişlerdir. Ancak, onların attıklarına karşılık Hz. Musa (as)'ın ortaya koyduğu delil, onların bu büyüsünü, ayette bildirildiği gibi  "uydurduklarını yutmuş" yani etkisiz kılmıştır: 

Biz de Musa'ya: "Asanı fırlatıver" diye vahyettik. (O da fırlatıverince) bir de baktılar ki, o bütün uydurduklarını derleyip-toparlayıp yutuyor. Böylece hak yerini buldu, onların bütün yapmakta oldukları geçersiz kaldı. Orada yenilmiş oldular ve küçük düşmüşler olarak tersyüz çevrildiler. (Araf Suresi, 117-119)

Ayetlerde de bildirildiği gibi, daha önce insanları büyüleyerek etkileyen bu kişilerin yaptıklarının bir sahtekarlık olduğunun anlaşılması ile, söz konusu insanlar küçük düşmüşlerdir. Günümüzde de bir büyünün etkisiyle, bilimsellik kılıfı altında son derece saçma iddialara inanan ve bunları savunmaya hayatlarını adayanlar, eğer bu iddialardan vazgeçmezlerse gerçekler tam anlamıyla açığa çıktığında ve "büyü bozulduğunda" küçük duruma düşeceklerdir. Nitekim, yaklaşık 60 yaşına kadar evrimi savunan ve ateist bir felsefeci olan, ancak daha sonra gerçekleri gören Malcolm Muggeridge evrim teorisinin yakın gelecekte düşeceği durumu şöyle açıklamaktadır:

Ben kendim, evrim teorisinin, özellikle uygulandığı alanlarda, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük espri malzemelerinden biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşak, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır. (Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s. 43)

Bu gelecek, uzakta değildir aksine çok yakın bir gelecekte insanlar "tesadüfler"in ilah olamayacaklarını anlayacaklar ve evrim teorisi dünya tarihinin en büyük aldatmacası ve en şiddetli büyüsü olarak tanımlanacaktır. Bu şiddetli büyü, büyük bir hızla dünyanın dört bir yanında insanların üzerinden kalkmaya başlamıştır. Artık evrim aldatmacasının sırrını öğrenen birçok insan, bu aldatmacaya nasıl kandığını hayret ve şaşkınlıkla düşünmektedir.

 

SÖZLÜK:


Adenin: DNA ve RNA'nın yapısına katılan pürin grubundan bir baz çeşidi.

Amino asit: Proteinlerin yapı taşı. Çok sayıda amino asit, peptid bağları ile bağlanarak proteinleri oluşturur.

Anti-kodon: Transfer RNA ile taşınan amino asite uyumlu, kodondaki bazların tamamlayıcısı. Transfer RNA'daki üçlü baz dizilimi.

Apoptosis: DNA parçalanması oluşturan, programlanmış hücre ölümü.

Asit: Hidrojen iyonu açığa çıkaran kimyasal madde.

ATP: Besinlerden elde edilen kimyasal enerjinin, mitokondrilerde hücrenin kullanabileceği şekle dönüştürülmesiyle oluşan enerji paketleri.

Baz: DNA'nın kimyasal yapı taşları. Adenin, sitozin, timin ve guanin olarak adlandırılırlar.

Biyoteknoloji: Özellikle DNA ve hücreyle ilgili konularda, kullanılan biyolojik tekniklerin genel adı.

DNA (Deoksiribonükleik asit): Genetik bilgileri içeren ve hücre çekirdeğinde yer alan ikili sarmal şeklindeki molekül.

Ekson: Mesajcı RNA'da bulunan bir gen bölgesi.

Embriyo: Yumurtanın döllenmesinden sonra oluşan canlının ilk hali.

Enzim: Hücre içinde üretilen ve yaşamsal faaliyetleri başlatan, hızlandıran proteinler.

Ester bağ: DNA molekülündeki şeker ve fosfat gruplarını birbirlerine bağlayan oldukça kuvvetli bir bağ çeşidi.

Fenotip: Çevre koşullarının etkisi altında meydana gelen ve sadece dış görünüm bakımından değişmiş bulunan türler.

Fetus: Üçüncü gebelik ayı başından doğuma kadarki devre içinde, ana rahmindeki canlıya verilen isim.

Gen: DNA molekülündeki, canlının kalıtsal özelliklerinden herhangi birini taşıyan parçası.

Gen ekspresyonu: Kalıtımsal bilgi ile bir proteinin yapısının ortaya çıkarılması. Transkripsiyon ve translasyon olaylarının toplamı.

Gen haritalaması: Bir DNA molekülündeki genlerin konumlarının belirlenmesi. Bu haritalamada hangi genin bir diğerine göre molekülün neresinde yer aldığı ve aralarında neler bulunduğu belirlenir.

Gen havuzu: Genetik bilimde bir canlı türünün varyasyon sınırları.

Gen regulasyonu: Gen düzenlenmesi. Hücrelerin farklı işlevler edinmesini sağlayan genlerin açılıp kapanma süreci.

Gen tedavisi: Kalıtsal bozukluğun düzeltilmesi için sağlıklı DNA'nın, hastalıklı hücrelere doğrudan zerk edilmesi.

Genetik: Kalıtımsal özellikleri inceleyen bilim dalı.

Genetik kod: Mesajcı RNA boyunca üçlü gruplar halinde bulunan ve protein sentezi sırasında üretilen amino asit dizilimlerinin düzenini belirleyen nükleotidler.

Genom: Bir canlının kromozomlarında yer alan genetik şifrelerin tamamı.

Genom projesi: İnsanın ya da başka canlıların genetik şifrelerinin dizilimini saptamayı ve bunların haritalandırılmasını hedefleyen araştırmalar.

Genotip: Bireyin kalıtımsal özelliklerinin tümü.

Guanin: DNA ve RNA'nın yapısına katılan bir pürin bazı.

Helikaz: DNA'nın kopyalanması sırasında DNA'nın heliks zincirini fermuar gibi açan enzim.

Hidrojen bağ: DNA'da nükleotidleri karşılıklı olarak bağlayan, kolaylıkla ayrılabilen, son derece zayıf bir bağ çeşidi.

Histon: Hücre çekirdeğinde, DNA sarmalının etrafına sarıldığı proteinler.

İntron: Genlerin protein kodlamayan bölümleri.

Katalitik etki: Bir maddenin kimyasal bir tepkimede, hiçbir değişmeye uğramadan tepkimenin olmasını veya hızının değişmesini sağlayan etkisi.

Klon: Genetik olarak birbirinin aynı olan canlılar.

Klonlama: Bir canlının aslının aynısının (kopyasının) yapılması.

Kodon: Mesajcı RNA üzerindeki, her biri bir amino aside uyan üçlü baz grupları.

Kovalent bağ: DNA molekülünün ana omurgasını oluşturan, karbonları birbirlerine bağlayan sıkı bir bağ çeşidi.

Kromatid: Mitoz veya mayoz bölünme sürecinde, birbirine sentromerlerle bağlanmış olarak duran kromozom çiflerinden her biri.

Kromozom: Hücre çekirdeğinde bulunan ve hücrenin kendi kendisini eksiksiz olarak kopyalamasını sağlayan tüm bilgileri içeren DNA'lar.

Ligaz: Bir molekülün parçalanmasını ya da bir grubun molekülden uzaklaştırılmasını sağlayan enzimler.

Mayoz: Üreme hücrelerinde görülen bir bölünme şekli. Canlıların çeşitlenmesine ve farklı özellikler kazanmasına olanak sağlar.

Mesajcı RNA (mRNA): DNA üzerindeki şifreli genetik bilgiyi, protein sentezi mekanizmasına taşıyan aracı molekül.

Mikron (m ): Milimetrenin binde biri (1m = 1/1000 mm).

Mitokondri: Hücrenin enerji santrali.

Mitoz: Bir hücreden aynı özellikte iki yeni hücre oluşmasını sağlayan bölünme şekli. Büyüme ve gelişme sırasında vücut hücrelerinin çoğalmasını sağlar.

Molekül: İki veya daha fazla atomdan oluşan yapı.

Monomer: Bir kimyasal molekülde, yapının hep tekrarlanarak kendini göstermesi.

Morfogenez: Proteini üretilen hücrenin farklılaşması.

Mutant: DNA'sında değişiklik (mutasyon) meydana gelmiş olan canlı.

Mutasyon: Genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer değiştirmeler. DNA'yı oluşturan nükleotidleri tahrip ederek ya da yerlerini değiştirerek, canlılarda kalıcı hasarlara sebep olurlar.

Nükleaz: Nükleik asitleri parçalara bölen, kesen enzim grubunun genel adı.

Nükleik asit: Hücre çekirdeğinde bulunan, nükleotidlerin birleşiminden oluşan kompleks yapıdaki bileşikler.

Nükleotid: Nükleik asitlerin (DNA, RNA) temel yapı birimleri. İki şeker, bir pürin ve bir pürimidin bazından oluşan tek bir DNA dizisi.

Nükleozit: Nükleotidin fosfat bağlanmamış hali.

Nükleozom: Kromozomdaki DNA şeridinin histon proteinleri etrafında paketlenmiş hali.

Nükleus: Hücredeki genetik malzemeyi içeren kısım, çekirdek.

Organel: Hücre içinde belirli bir görevi yapmak üzere özelleşmiş ve zarla çevrili yapılar. Çekirdek, mitokondri, kloroplastlar gibi.

Otozom: Cinsiyetin belirlenmesiyle ilgisi olmayan kromozom.

Ökaryot hücre: Zarla çevrili organelleri ve çekirdeği olan hücre. Ökaryot hücreler bitki ve hayvanları meydana getirir.

pH: Bir sıvının asit veya bazlık derecesini gösteren değer.

Pirimidin: DNA ve RNA sentezinde gerekli bazı bazların (sitozin, timin, urasil) ana unsurunu oluşturan organik bir bileşik.

Polimer: Farklı moleküllerden oluşmuş kimyasal yapı.

Polimeraz: DNA ya da RNA molekülünün oluşmasını kolaylaştıran, hızlandıran enzim.

Polipeptid: Protein molekülünün yapısında bulunan amino asit zincirlerinin bir parçası.

Prebiyotik dönem: Canlılardan evvelki dönem. Yaşam öncesi.

Prokaryot hücre: Zarla çevrilmiş özel organelleri ve çekirdeği olmayan hücreler. Bakteriler ve algleri içine alan monera alemindeki canlılar.

Protein: Yapısında karbon, hidrojen, oksijen ve azot gibi elementleri bulunduran temel moleküller. Amino asitlerin peptid bağlarıyla birleşmesinden oluşan, hücrelerin, dokuların ve organların oluşmasını sağlayan yapıtaşları.

Pürin: Kompleks yapıda azotlu bileşik.

Rekombinant DNA: Farklı canlılardan elde edilen DNA moleküllerinin birleşmesinden oluşan yapı.

Rekombinasyon: Mevcut genlerin yeni genotipleri oluşturacak şekilde biraraya gelmesi.

Replikasyon: DNA'nın kendini eşlemesi. DNA molekülündeki genetik bilgilerin sonraki nesillere aktarılması için kopyasının oluşturulması.

Ribozom: Hücrede protein sentezinin yapıldığı yerler.

Ribozomal RNA (rRNA): Ribozomaların yapısına katılarak protein sentezini hızlandıran molekül.

RNA (Ribonükleik asit): Hücre sıvısında ve çekirdeğinde bulunan, kimyasal yapısı DNA'dan çok az farklı bir molekül. Protein sentezlenmesi başta olmak üzere hücre içi kimyasal faaliyetlerde çok önemli bir rolü vardır.

Sentromer: Kromozomu iki kola ayıran, genlerin yerlerinin belirlenmesinde kolaylık sağlayan bölge.

Sitoplazma: Hücre zarı ile çekirdek arasını dolduran canlı sıvı. İçerisinde organel denilen çeşitli görevleri üstlenmiş ve özelleşmiş yapılar bulunmaktadır.

Sitozin: DNA ve RNA'nın yapısında bulunan, guaninle eşleşen bir baz çeşidi.

Spliceosome: Mesajcı RNA'daki protein kodlamayan kısımları aradan kesip çıkaran enzim.

Timin: DNA'nın yapısına katılan, fakat RNA'nın yapısına katılmayan bir primidin bazı.

Topoizomeraz: DNA sarmalının bir şeridini ayırarak DNA'nın çözülmesini ve gevşemesini sağlayan enzim.

Transfer RNA (tRNA): Taşıyıcı RNA (tRNA) da denilen, protein sentezi sırasında ribozoma amino asitleri taşımakla yükümlü molekül.

Transkripsiyon: RNA sentezi. DNA şeridindeki genetik bilginin, mesajcı RNA'ya aktarımı.

Translasyon: RNA'ya kopyalanmış genetik bilgilerin okunarak protein molekülü haline çevrilmesi.

Urasil: Yanlızca RNA'nın kimyasal yapısına katılan baz.

Varyasyon: Çeşitlenme. Esas tür tipine göre belirli karakterlerde görülen farklılıklar.

Zigot: Döllenmiş yumurta hücresi.

 


NOTLAR:

 

1. http://www.simpletoremember.com/vitals/einstein.htm

2. Francis Crick, Life Itself: Its Origin and Nature, Simon & Schuster, New York, 1982, s. 88.

3. Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, W. W. Norton & Co. New York, 1996, ss. 2-3, 115-116.

4. http://en.wikipedia.org/wiki/Compact_disc

5. William A. Dembski, James M. Kushiner, Signs of Intelligence, Brazoss Press, ABD, 2001, ss. 103-104; [Bölüm 8: Stephen C. Meyer, Word Games: DNA, Design and Intelligence].

6. Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism By Opening Minds, InterVarsity Press, Illionis, 1997, s. 81.

7. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, ss. 58-59.

8. Carl Sagan, "Life" in Encyclopedia Britannica: Macropaedia, 1974, ss. 893-894.

9. David S. Goodsell, The Machinery of Life, Springer-Verlag, New York Inc., 1993, s. 45.

10. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, s. 236.

11. Howard Peth, Blind Faith: Evolution Exposed, Amazing Facts Inc., ABD, 1990, s. 77.

12. Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V., Almanya, 1999, s. 76.

13. Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism by Opening Minds, InterVarsity Press, Illionis, 1997, s. 73.

14. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, s. 155.

15. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 149.

16. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, s. 41.

17. Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 213.

18. The Incredible Machine, National Geographic Society, Washington DC., 1986, s. 43.

19. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, s. 41.

20. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, s. 41.

21. Richard Milton, Son Tartışmalar Işığında Darwinizm'in Mitleri, Gelenek Yayıncılık, Eylül 2003, çev: İbrahim Kapaklıkaya, s. 208.

22. David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York, 1996, s. 39.

23. David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York, 1996, s. 15.

24. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, s. 188.

25. The Incredible Machine, National Geographic Society, Washington DC., 1986, s. 15.

26. James D. Watson, İkili Sarmal: DNA Yapı Çözümünün Öyküsü (The Double Helix), çev. Alev Serin, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Ankara, 1997, 10. baskı, s. 36.

27. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 152.

28. Daniel C. Dennett, Darwin's Dangerous Idea, Touchstone, New York, 1996, ss. 112-113.

29. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, s. 90.

30. http://genetikbilimi.com/genbilim/dnanedir.html

31. The Incredible Machine, National Geographic Society, Washington DC., 1986, s. 43.

32. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, s. 95.

33. http://library.thinkquest.org/20465/DNAstruct.html

34. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, ss. 151-152.

35. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 153.

36. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 406.

37. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 406.

38. John Whitfield, "Physicists Plunder Life's Tool Chest", Nature, 24 Nisan 2003.

39. Carl Wieland, "The Marvellous 'Message Molecule'", Creation, Eylül 1995, cilt. 17, no. 4, ss. 10–13; [New Scientist, 26 Kasım 1994, s. 17.]

40. Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V., Almanya, 1999, s. 75.

41. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books, London, 1985, s. 334; [G. G. Simpson, "The History of Life", Evolution of Life, University of Chicago Press, Chicago, 1960, s. 135.]

42. John Whitfield, "Physicists Plunder Life's Tool Chest", Nature, 24 Nisan 2003.

43. Michael Pitman, Adam and Evolution, River Publishing, London, 1984, ss. 26-27.

44. http://www.ntvmsnbc.com/news/13800.asp

45. Dr. Jerry Bergman, “Divine Engineering: Unraveling DNA's Design”, Koinonia House Online; http://www.khouse.org/articles/technical/19971201-143.html

46. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, ss. 212-213.

47. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 154.

48. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 154.

49. Francis S. Collins, "Faith and the Human Genome Project", Perspectives on Science and Christian Faith, cilt. 55, no. 3, Eylül 2003, ss. 145-146.

50. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 381.

51. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 154.

52. Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V., Almanya, 1999, s. 75.

53. Billl Gates, The Road Ahead, Penguin, London, 1996, s. 188.

54. Daniel C. Dennett, Darwin's Dangerous Idea, Touchstone, New York, 1996, s. 151.

55. David S. Goodsell, The Machinery of Life, Springer-Verlag, New York Inc., 1993, s. 14.

56. Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V., Almanya, 1999, s. 75.

57. Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V., Almanya, 1999, s. 75.

58. Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V., Almanya, 1999, s. 75.

59. Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V., Almanya, 1999, s. 75.

60. Carl Wieland, "The Marvellous 'Message Molecule'", Creation, Eylül 1995, cilt 17, no. 4, ss. 10–13.

61. http://www.ntvmsnbc.com/news/13800.asp

62. Lee Spetner, Not By Chance, Shattering the Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 30.

63. Carl Wieland, "The Marvellous 'Message Molecule'", Creation, Eylül 1995, cilt 17, no. 4, ss. 10–13; [Jérôme Lejeune, Anthropotes (Revista di studi sulfa persona e la famiglia), Istituto Giovanni Paolo 11, Rome, 1989, ss. 269-270.]

64. Werner Gitt, The Wonder of Man, Christliche Literatur-Verbreitung e.V., Almanya, 1999, s. 75.

65. Tom Abate, "Human Genome Map Has Scientists Talking About the Divine Surprisingly Low Number of Genes Raises Big Questions", San Francisco Chronicle, 19 Şubat 2001.

66. David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York, 1996, s. 36.

67. Denyse O'Leary, By Design or By Chance?, Castle Ovay Books, Kanada, 2004, s. 173.

68. A. E. Wilder-Smith, The Natural Sciences: Know Nothing of Evolution, T. W. F. T. Publishers, ABD, ss. 78-79.

69. Richard Milton, Shattering the Myths of Darwinism, Park Street Press Rochester, ABD, 1992, s. 170.

70. M. Eden, "Inadequacies of Neo-Darwinian Evolution as a Scientific Theory," Mathematical Challenges to the Neo-Darwinian Interpretation of Evolution, Wistar Institute Press, Philadelphia, 1967, s. 11.

71. A. E. Wilder-Smith, The Natural Sciences: Know Nothing of Evolution, T. W. F. T. Publishers, ABD, s. 97.

72. Denyse O'Leary, By Design or By Chance?, Castle Ovay Books, Kanada, 2004, s. 55.

73. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, s. 187.

74. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 172.

75. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, s. 187.

76. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, s. 214.

77. Albert L. Lehninger, David L. Nelson, Michael M. Cox, Principles of Biochemistry, 2. baskı, Worth Publishers, 1993, New York, s. 892.

78. David S. Goodsell, The Machinery of Life, Springer-Verlag, New York Inc., 1993, s. 45.

79. Albert L. Lehninger, David L. Nelson, Michael M. Cox, Principles of Biochemistry, 2. baskı, Worth Publishers, 1993, New York, s. 892.

80. David S. Goodsell, The Machinery of Life, Springer-Verlag, New York Inc., 1993, s. 17.

81. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 158.

82. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 157.

83. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 157.

84. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 159.

85. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, s. 73.

86. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 417.

87. Carly P. Haskings, "Advances and Challenges in Science", American Scientist, cilt 59, 1971, s. 298.

88. L. R. Croft, How Life Began, Evangelical Press, İngiltere, 1988, s. 37.

89. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, s. 90.

90. http://users.rcn.com/jkimball.ma.ultranet/BiologyPages/D/DNAReplication.html

91. Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, ss. 38-39.

92. Gerald L. Schroeder, The Hidden Face of God, The Free Press, New York, 2001, s. 206.

93. http://en.wikipedia.org/wiki/Enzyme

94. David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York, 1996, ss. 40-41.

95. David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York, 1996, s. 42.

96. David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York, 1996, ss. 39-40.

97. http://users.rcn.com/jkimball.ma.ultranet/BiologyPages/D/DNArepair.html

98. Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, Simon & Schuster, New York, 1984, s. 148.

99. Phillip E. Johnson, Evrim Duruşması, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, Aralık 2003, çev: Orhan Düz, s. 111.

100. Gerald L. Schroeder, The Hidden Face of God, Free Press, New York, 2001, ss. 79-80.

101. A. E. Wilder-Smith, The Natural Sciences: Know Nothing of Evolution, T. W. F. T. Publishers, ABD, s. 82.

102. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, s. 59.

103. David S. Goodsell, Our Molecular Nature, Springer-Verlag, New York, 1996, s. 37.

104. Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, Dorling Kindersley, Londra, 1996, s. 42.

105. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, s. 118.

106. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, s. 118.

107. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, s. 118.

108. Nicholas Wade, "How Cells Unwind Tangled Skein of Life", The New York Times, October 21, 1997, Tuesday, s. F1.

109. Geraldine Lux Flanagan, Beginning Life, Dorling Kindersley, Londra, 1996, s. 43.

110. Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 234.

111. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, 1984, s.158.

112. The Incredible Machine, National Geographic Society, s. 29.

113. Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, ss. 233-234.

114. The Incredible Machine, National Geographic Society, s. 15.

115. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, s. 79.

116. Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 45.

117. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Adler&Adler, Publishers, Inc. ABD, 1986 s. 149.

118. http://www.genome.gov/11006943

119. W.-H. Li, D. Graur, Fundamentals of Molecular Evolution, Sinauer Associates, Inc., Sunderland, 1991, s. 209.

120. Lee Spetner, Not By Chance, Shattering the Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 28.

121. Francis S. Collins, "Faith and the Human Genome Project", Perspectives on Science and Christian Faith, cilt. 55, no. 3, Eylül 2003, s. 146.; http://www.asa3.org/ASA/PSCF/2003/PSCF9-03Collins.pdf

122. Karen Hopkin, "The Greatest Apes", New Scientist, 15 May 1999, no. 2186, s. 26.

123. New Scientist, cilt 103, 16 Ağustos 1984, s. 19.

124. http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_number_of_chromosomes_of_various_organisms

125. http://lists.ibiblio.org/pipermail/monkeywire/2002-September/000250.html "Human, Chimps More Different Than thought", The Associated Press, 24 Eylül 2002.

126. Andy Coghlan, "Human-chimp DNA Difference Trebled", New Scientist, 23 Eylül 2002; http://www.newscientist.com/news/news.jsp?id=ns99992833

127. J. C. Venter, et. al., "The Sequence of the Human Genome," Science, cilt 291, 2001, ss. 1304-1351.

128. Wayne Jackson, "Mapping the Human Genome: Does It Prove Evolution?", Christian Courier, 1 Nisan 2001; http://www.christiancourier.com/feature/april2001.htm

129. Francis S. Collins, "Faith and the Human Genome Project", Perspectives on Science and Christian Faith, cilt. 55, no. 3, Eylül 2003, s. 142.; http://www.asa3.org/ASA/PSCF/2003/PSCF9-03Collins.pdf

130. William D. Stansfield, The Science of Evolution, Macmillan, New York, 1983, 8. baskı, ss. 10-11.

131. Michael Denton, Nature's Destiny, Free Press, 1998, s. 321.

132. Encyclopædia Britannica, "Modern Materialism"

133. Hubert Yockey, "Information in Bits and Bytes", BioEssays, 1995, cilt 17, s. 85.

134. Dean L. Overman, A Case Against Accident and Self-Organization, Rowman & Littlefield Publishers, 1997, s. 37.

135. Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism by Opening Minds, InterVarsity Press, Illionis, 1997, s. 75.

136. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, s. 88.

137. Phillip E. Johnson, Evrim Duruşması, Gelenek Yayıncılık, İstanbul, Aralık 2003, çev: Orhan Düz, ss. 33-34.

138. Paul Davies, The Fifth Miracle: The Search for the Origin and Meaning of Life, Simon & Schuster, 1999,  s. 60.

139. Michael Polanyi, "Life Transcending Physics and Chemistry", Chemical & Engineering News, cilt 45, no. 35, 21 Ağustos 1967, s. 56.

140. Jacob D. Bekenstein, "Information in the Holographic Universe", Scientific American, 14 Temmuz 2003, s. 59.

141. Pierre P. Grassé, The Evolution of Living Organisms, 1977, s. 2.

142. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, ss. 47, 107.

143. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, s. 97.

144. George C. Williams, The Third Culture: Beyond the Scientific Revolution, Simon & Schuster, New York, 1995. ss. 42-43.

145. http://www.eurekalert.org/pub_releases/2002-05/uomh-pop051002.php

146. Denyse O'Leary, By Design or By Chance?, Castle Ovay Books, Kanada, 2004, s. 235.

147. Denyse O'Leary, By Design or By Chance?, Castle Ovay Books, Kanada, 2004, s. 235.

148. S. R. Scadding, "Do Vestigial Organs Provide Evidence for Evolution?", Evolutionary Theory, cilt 5, Mayıs 1981, s. 175.

149. Elizabeth Pennisi, "Does Nonsense DNA Speak Its Own Dialect?", Science News, cilt 164 , 10 Aralık 1994.

150. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 290; ["Mining Treasures form Junk DNA", Science, 4 Şubat 1994; "Hints of a Language in Junk DNA", Science, 25 Kasım 1994].

151. Gretchen Vogel, " Objection #2: Why Sequence the Junk?", Science, cilt 291, no. 5507,16 Şubat 2001, s. 1184.

152. Ernst Mayr, This is Biology, The Science of the Living World, The Belknap Press of Harvard University Press, 7. baskı, ABD, 1999, s. 105.

153. W. Wayt Gibbs, "The Unseen Genome," Scientific American, Kasım 2003, s. 53.

154. W. Wayt Gibbs, "The Unseen Genome," Scientific American, Kasım 2003, ss. 49-50.

155. "The Word: Junk DNA", New Scientist, 19 Kasım 2005.

156. Francis S. Collins, "Faith and the Human Genome Project", Perspectives on Science and Christian Faith, cilt 55, no. 3, Eylül 2003, s. 147.

157. Wojciech Makalowski, "Not Junk After All", Science, 23 Mayıs 2003, cilt 300, no. 5623, ss. 1246-1247.

158. Paul Nelson, "The Junk Dealer Ain't Selling That No More", 1997; http://www.arn.org/docs/odesign/od182/ls182.htm#anchor569108

159. Helen Pearson, "'Junk' DNA reveals vital role: Inscrutable genetic sequences seem indispensable", 7 Mayıs 2004; http://www.bioedonline.org/news/news.cfm?art=956

160. Helen Pearson, "'Junk' DNA reveals vital role: Inscrutable genetic sequences seem indispensable", 7 Mayıs 2004; http://www.bioedonline.org/news/news.cfm?art=956

161. Henry Gee, "Statistical Cloud over African Eden", Nature, 13 Şubat 1992, cilt 355, s. 583.

162. Marcia Barinaga, "'African Eve' Backers Beat a Retreat", Science, 7 Şubat 1992, cilt 255, s. 687.

163. S. Blair Hedges, Sudhir Kumar, Koichiro Tamura, Mark Stoneking, "Human Origins and Analysis of Mitochondrial DNA Sequences", Science, 7 Şubat 1992, cilt 255, ss. 737-739.

164. Danny Penman, "Mitochondria Can Be Inherited From Both Parents", New Scientist, 23 Ağustos 2002; http://www.newscientist.com/news/news.jsp?id=ns99992716

165. Eleanor Lawrence, "Fathers Can Be Influential Too", 18 Mart 1999: http://www.nature.com/nsu/990318/990318-5.html

166. P.M. Forster, "To Err is Human", Annals of Human Genetics, Ocak 2003, cilt 67, no. 1. ss. 2-4.

167. Carina Dennis, "Error Reports Threaten to Unravel Databases of Mitochondrial DNA", Nature, 20 Şubat  2003, cilt. 421, ss. 773-774.

168. Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism by Opening Minds, InterVarsity Press, Illionis, 1997, s. 69.

169. Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism by Opening Minds, InterVarsity Press, Illionis, 1997, ss. 69-70.

170. http://www.arn.org/docs/odesign/od171/ls171.htm

171. Richard Lewontin, "Billions and Billions of Demons", review of "The Demon-Haunted World: Science as a Candle in the Dark" by Carl Sagan, New York Review, 9 Ocak 1997, ss. 28-32.

172. Richard Dawkins, The Extended Phenotype, W. W. Norton, New York, s. 1.

173. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, ss. 80-81.

174. Pierre-Paul de Grasse, Evolution of Living Organisms, 1977, s. 8.

175. L. R. Croft, How Life Began, Evangelical Press, İngiltere, 1988, s. 34.

176. Leslie E. Orgel, “Darwinism at the Very Beginning of Life”, New Scientist, cilt 94, 15 Nisan 1982, s. 151.

177. Gerald L. Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yayınları, İstanbul, 2003, s. 189.

178. Jon Cohen, "Getting All turned Around Over the Origins of Life on Earth", Science, cilt 267, 3 Mart 1995, s. 1265.

179. Klaus Dose, "The Origin of Life: More Questions Than Answers”, InterDisciplinary Science Reviews, cilt 13, no. 4, 1988, s. 348.

180. John Maddox, "The Genesis Code by Numbers", Nature, cilt 367, 13 Ocak 1994, s. 111.

181. Wendell R. Bird, The Origin of Species Revisited, Nashville, Thomas Nelson Co., 1991, s. 302.

182. Frank B. Salisbury, "Doubts About The Modern Synthetic Theory of Evolution", American Biology Teacher, cilt 33, Eylül 1971, s. 336.

183. I. L. Cohen, Darwin was Wrong, 1984, s. 205.

184. Paul Auger, De La Physique Théorique à la Biologie, 1970, s. 118.

185. John W. Oller, “A Theory In Crisis”, Institute for Creation Research, Impact no: 180, Temmuz 1988.

186. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Adler&Adler, Publishers, Inc., ABD, 1986 s. 351.

187. William A. Dembski, James M. Kushiner, Signs of Intelligence, Brazoss Press, ABD, 2001, s. 109.

188. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 293.

189. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, s. 106.

190. Douglas R. Hofstadter, Gödel, Escher, Bach: An Eternal Golden Braid, Vintage Books, New York, 1980, s. 548.

191. Francisco J. Ayala, Theodosius Dobzhansky, The Philosophy of Biology: Reduction and Related Problems, University of California Press, Berkeley, CA, 1974, ss.  259-284.

192. Green, David E., Robert F. Goldberger, Molecular Insights into the Living Process, Academic Press, New York, 1967, s. 403.

193. Frank B. Salisbury, "Doubts about the Modern Synthetic Theory of Evolution," American Biology Teacher, cilt 73, Eylül 1971, s. 336.

194. John Horgan, "In the Beginning", Scientific American, cilt 264, Şubat 1991, s. 119.

195. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 293.

196. Andrew Scott, "Update on Genesis", New Scientist, cilt 106, 2 Mayıs 1985, ss. 31, 32.

197. Homer Jacobson, "Information, Reproduction and the Origin of Life", American Scientist, Ocak 1955, s. 125.

198. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, 1984, s. 39.

199. Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on Earth", Scientific American, cilt 271, Ekim 1994, s. 78.

200. Caryl P. Haskins, "Advances and Challenges in Science in 1970", American Scientist, cilt 59, Mayıs-Haziran 1971, s. 305.

201. http://ibiblio.org/gutenberg/etext00/2llcd10.txt; [Charles Darwin to J.D. Hooker, Down, 29 Mart 1863]

202. Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on Earth", Scientific American, cilt 271, Ekim 1994, s. 78.

203. Alexander G. Cairns-Smith, "The First Organisms", Scientific American, Haziran 1985, cilt 252, s. 90.

204. Reinhard Junker, Siegfried Scherer, Entstehung und Geschichte Der Lebewesen, Weyel Verlag, 1986, s. 89.

205. Duane T. Gish, Creation Scientists Answer Their Critics, Institute for Creation Research, ABD, 1993, s. 262.

206. Duane T. Gish, Creation Scientists Answer Their Critics, Institute for Creation Research, ABD, 1993, s. 270.

207. Charles B. Thaxton, Walter L. Bradley, Roger L. Olsen, The Mystery of Life's Origin, Reassessing Current Theories, Lewis and Stanley, Teksas, 2. baskı, 1992, s. 57.

208. Duane T. Gish, Creation Scientists Answer Their Critics, Institute for Creation Research, 1993, USA, s. 270.

209. Charles B. Thaxton, Walter L. Bradley, Roger L. Olsen, The Mystery of Life's Origin, Reassessing Current Theories, Lewis and Stanley, Teksas, 2. baskı, 1992, s. 103.

210. Duane T. Gish, Creation Scientists Answer Their Critics, Institute for Creation Research, ABD, 1993, s. 275.

211. Nicholas Wade, "Life's Origins Get Murkier and Messier; Genetic Analysis Yields Intimations of a Primordial Commune", New York Times, 13 Haziran 2000.

212. Michael J. Behe, Darwin's Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution, The Free Press, New York, 1996, ss. 172-173.

213. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001.

214. Peter Radetsky, "The Crucible of Life", Earth, Şubat 1998, ss. 34-41.

215. W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Thomas Nelson Co., Nashville, 1991, s. 325.

216. Michael J. Behe, Darwin's Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution, The Free Press, New York, 1996, s. 171.

217. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, ss. 126-127.

218. Paul Davies, "How We Could Create Life", Guardian, 11 Aralık 2002; http://www.guardian.co.uk/comment/story/0,3604,857635,00.html

219. Michael Pitman, Adam and Evolution, 1984, s. 233.

220. Jeffrey S. Wicken, "The Generation of Complexity in Evolution: A Thermodynamic and Information-Theoretical Discussion", Journal of Theoretical Biology, Nisan 1979, cilt 77, s. 349.

221. Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, Summit Books, New York, 1986. s. 207.

222. Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 50.

223. Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 60.

224. Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 60.

225. Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 57.

226. M. P. Schutzenberger, Mathematical Challenges in the Neo-Darwinian Interpretation of Evolution, 1967, ss. 73-75.

227. Lee Spetner, Not By Chance, Shattering the Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 180.

228. Pierre-P Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 103.

229. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, s. 157.

230. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, s. 158.

231. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, s. 158.

232. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, s. 127.

233. Phillip E. Johnson, Evrim Duruşması, Gelenek Yayınevi, s. 28

234. Stephen Jay Gould, "Is a New and General Theory of Evolution Emerging?", Lecture at Hobart & William Smith Colleges, 4 Şubat 1980.

235. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, s. 159.

236. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, s. 159.

237. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, s. 159.

238. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, 1999, s. 159.

239. Phillip E. Johnson, Evrim Duruşması, Gelenek Yayınevi, s. 105.

240. Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 97.

241. Walter L. Starkey, The Cambrian Explosion, WLS Publishing, Ohio, 1999, s. 157.

242. Gerald L. Schroeder, Tanrının Saklı Yüzü, Gelenek Yayınları, çev: Ahmet Ergenç, İstanbul, 2003,  s. 105.

243. Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 88.

244. Chandra Wickramasinghe, Interview in London Daily Express, 14 Ağustos 1981.

245. Leslie Orgel, "The Origin of Life on the Earth", Scientific American, Ekim 1994, s. 77.

246. Leslie Orgel, "The Origin of Life on the Earth", Scientific American, Ekim 1994, s. 77.

247. Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel Dekker, 1977, s. 2

248. Alexander I. Oparin, Origin of Life, (1936) New York, Dover Publications, 1953 (Reprint), s.196

249. "New Evidence on Evolution of Early Atmosphere and Life", Bulletin of the American Meteorological Society, c. 63, Kasım 1982, s. 1328-1330

250. Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules, 1986, s. 7

251. Jeffrey Bada, Earth, Şubat 1998, s. 40

252 Leslie E. Orgel, The Origin of Life on Earth, Scientific American, c. 271, Ekim 1994, s. 78

253. Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 189

254. Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 184

255. B. G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner Of Truth Trust, 1988.

256. Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 179

257. Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, c. 87, 1976, s. 133

258. Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New York: Pantheon Books, 1983. s. 197

259. Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 75-94; Charles E. Oxnard, "The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature, c. 258, s. 389

260. J. Rennie, "Darwin's Current Bulldog: Ernst Mayr", Scientific American, Aralık 1992

261. Alan Walker, Science, c. 207, 1980, s. 1103; A. J. Kelso, Physical Antropology, 1. baskı, New York: J. B. Lipincott Co., 1970, s. 221; M. D. Leakey, Olduvai Gorge, c. 3, Cambridge: Cambridge University Press, 1971, s. 272

262. Time, Kasım 1996

263. S. J. Gould, Natural History, c. 85, 1976, s. 30

264. Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 19

265. Richard Lewontin, "The Demon-Haunted World", The New York Review of Books, 9 Ocak 1997, s. 28

266. Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids: Eerdmans, 1980, s.43

 

Dediler ki: "Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın." (Bakara Suresi, 32)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DNA Molekülünün Mucizevi Yapısı

DNA Molekülündeki Şifre Bilimi

DNA'da Kayıtlı Benzersiz Üretim Sistemi: Protein Sentezi